Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Kullandığınız Sosyal Medyayı Seçin
Yeni Klasör 8 yıldır sizin için en güvenli hizmeti veriyor...

Teknoloji dünyasındaki son gelişmeler ve sürpriz hediyelerimiz için bizi takip edin.

İhtilalci Albay

> 1 <

MuHaMMeD

grup tuttuğum takım
Yarbay Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 3201 ileti
Yer: istanbul
İş: öğrenci
Kayıt: 20-06-2006 06:59

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
kırık link bildirimi Kırık Link Bildir! #116024 17-08-2006 17:52 GMT-1 saat    
İhtilal Yapmadan Duramayan Albay
22 Şubat 1962 - 21 Mayıs 1963, Ankara

27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren cuntanın ilk örgütleyicilerinden olan Kurmay Albay Talat Aydemir tam bu tarihte Kore'deki Türk birliğinde görevli olduğu için fazla ön plana çıkamamış dolayısıyla Milli Birlik Komitesi (MBK) içinde yer alamamıştı. Ancak MBK üyelerinin birçoğu yakın arkadaşıydı ve darbeden üç ay kadar sonra Türkiye'ye döndüğünde Ankara'daki Harp Okulu Komutanlığı'na atanarak kritik bir göreve getirilmişti.

Harbiydiler cunta içi iktidar mücadelelerinde ve yeni darbe girişimlerinde son derece önemli bir güçtüler. Böylesi bir kritik mevziyi elinde bulunduran Aydemir, bu güce dayanarak daha sonra iki kez darbe yapmaya kalkışacak ancak ikisinde de başarılı olamayacaktı.

22 Şubat 1962'deki ilk girişiminde affedilen ve emekliye sevk edilen Aydemir, 21 Mayıs 1963'te ikinci bir kez daha darbe yapmaya kalkışacak yine başarılı olamayınca yargılanarak idam edilecekti. İhtilal yapmadan duramayan albay en sonunda darağacında can verecekti.

Kendisini "Kemalist" olarak tanımlayan Talat Aydemir'in siyasi görüşleri o yılların dünyasında Türkiye gibi ülkelerde yaygınca görülen "üçüncü dünya solculuğu"na yakındır. İttihat ve Terakki'ye kadar uzatılabilecek bir askeri-siyasi geleneğin 1960'lı yıllarda ortaya çıkan bir karikatürü gibidir.

Darbe yapmaya kalkıştıklarında askeri harekat sırasında belirledikleri parolanın "Halaskar", işaretinin ise "Fedailer" olması bu hırslı albay ve arkadaşlarının tarihsel bağlantıları ve siyasi tutumları konusunda bir fikir verebilir. Memleketi kurtarmak için son derece azimlidirler ve kötü politikacıları kovalayarak kendileri iktidar olurlarsa çok iyi işler yapacaklardır! Gerçekten siyasi programları da, felsefeleri de bundan ibarettir!

Tabii ki bu kadroyu harekete geçiren siyasal ve toplumsal bir arka plan vardır, ama onların anlayamadığı ve anlamak için hiç uğraşmayacakları da tam bu sınıfsal temeldir. 27 Mayıs'ın nasıl olduğunu ve ne kadar kolay gerçekleştiğini bildiklerine inandıkları için kendi girişimlerinin de başarılı olacağına emindirler. Aslında sahip oldukları silahlı kuvvet ve örgütlenme itibariyle iktidarı ele almaları mümkündür de, ama bunu yapmış olsalar bile sonrasında bir şansları, yaptıkları işin toplumsal bir karşılığı yoktur, olmayacaktır.

Zaten onları başarısızlığa mahkum eden ve sonuçta idam sehpasına götüren de bu toplumsal gerçeklikten başka bir şey değildir. 27 Mayıs'tan sonra MBK içinde duruma egemen olabilseler, belki bir süre için Türkiye'yi bir tür "üçüncü dünya solculuğu" çerçevesinde yönetmeyi deneyebilirlerdi. Ama o dönemin Soğuk Savaş koşullarında Türkiye gibi bir ülkede buna ne kadar izin verilebileceği de ayrı bir konudur.

27 Mayıs darbesi Demokrat Parti iktidarını tasfiye ettikten sonra yeni bir Anayasa ve seçim yasası çerçevesindeki düzenlemelerle rejimi yeniden oluşturmaya yöneldiğinde aslında hareketin içinde de ayrılıklar baş göstermeye başlayacaktı.

13 Kasım 1960'da MBK'dan 14 kişinin tasfiyesi ile orduda faaliyet halindeki cuntalar içinde ayrılıklar ve mücadele sona ermiş olmuyordu. Nitekim 14'lerin tasfiyesine onay veren Aydemir başta olmak üzere, birçok etkili subay ve çeşitli cuntalar düzenin geri dönüş hazırlıklarından memnun değildi ve 27 Mayıs'ın boşuna yapılmış olduğunu düşünmeye başlamışlardı. "Bu çocuk sakat doğdu!" sözleri adeta bir parola gibi ağızdan ağıza yayılıyor ve ordu içinde yeni ilişkiler ve örgütlenmeler uç veriyordu.

Sonuçta MBK'ya da alternatif niteliğinde veya onun üzerinde baskı kurmak amacıyla "Silahlı Kuvvetler Birliği" (SKB) adı altında yeni bir cunta oluştu. Bazı MBK üyelerinin de içinde yer aldığı bu cunta olan-bitenden memnun değildi ve Cemal Gürsel-İsmet İnönü ikilisinin denetiminde ilerleyen sürece ve bu ikilinin emrinde hareket eden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay'a karşıydılar.

Seçimlerin yapıldığı 15 Ekim 1961'den bir hafta sonra, 21 Ekim 1961'de İstanbul'da Harp Akademilerinde toplanan SKB yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmadan önce müdahale etmeye ve "İktidarı milletin hakiki ve ehliyetli temsilcilerine tevdi etmeye" karar verdi. Ve bu kararın uygulanmasını "hiçbir şekilde 25 Ekim sonrasına tehir etmemeye" yemin etti.

Ancak gelişmeleri izleyen ordunun yüksek kademesi duruma el koyacak ve 23 Ekim'de yapılan bir toplantı ile SKB'nin harekete geçmesini engelleyeceklerdi. Bununla birlikte cuntalar ve arkalarındaki güçler olduğu gibi duruyordu. Bazı subayların, özellikle de generallerin harekete geçmemeleri konusunda ikna edilmiş olmaları darbe girişiminin ertelenmesini sağlamaktan öte bir şey değildi.

Nitekim Meclis açılmış ve İnönü'nün başkanlığında bir koalisyon kurulmuş olmasına karşın ordu içindeki durumda önemli bir değişiklik yoktu ve bütün gelişmeler yeni bir darbeye doğru ilerliyordu. Meclisteki partilerin bir araya gelerek 27 Mayıs'a sahip çıkan ve parlamenter düzeni savunan açıklamalar yapmaları da darbe hazırlıkları içindeki cuntalar açısından bir şey ifade etmiyor, caydırıcı bir etki yaratmıyordu.

SKB 9 Şubat 1962'de tekrar bir protokol imzalayarak müdahale konusundaki kararlılığını ifade edecek, ancak ordunun yüksek komuta kademesi de yeniden inisiyatif üstlenecek ve 18 Şubat'ta yapılan geniş katılımlı bir toplantıyla SKB'nin yönetime el koymasını bir kez daha engelleyecektir.

Darbeyi ordunun hiyerarşik düzeni içinde, emir-komuta zincirine uygun olarak yapmak için uğraşan SKB cuntasında Talat Aydemir ve arkadaşları ikinci kez yarı yolda bırakılınca artık kendi başlarına harekete geçmeye karar verecekler ve 21 Şubat'ı 22 Şubat'a bağlayan gece düğmeye basacaklardır.

Aydemir ve arkadaşlarının hareketlerini yakından izleyen hükümet ve Genel Kurmay darbecilerin önde gelenlerini tutuklamaya karar verince, başta Harp Okulu olmak üzere Ankara'daki çeşitli birliklere alarm verilerek harekat başlatılmış oldu. Aslında Ankara'daki askeri birlikler açısından Talat Aydemir daha güçlüydü. Ankara çevresinden gelen birlikler bile emrine giriyorlardı. Ve en önemlisi Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı da darbecilerin safına geçmişti.

Alay komutanını enterne eden Binbaşı Fethi Gürcan Çankaya Köşkü'nde toplantı halinde bulunan Başbakan İsmet İnönü ve kuvvet komutanlarını tutuklamak için Harp Okulu'nda bulunan Talat Aydemir'e telefon edecek, ancak ihtilalci albay buna karşı çıkacaktı. O andan itibaren de "ihtilal" tuhaf bir oyuna dönüşecek ve bir anlamı kalmayacaktı. "İhtilalle oyun oynanmaz" sözü Aydemir'in de kaderini belirleyecek ve eline geçen fırsatı kullanmayan albay hükümetle pazarlık yaparak eylemini durduracaktı.

Başbakan İsmet İnönü kan dökülmemiş olduğu gerekçesiyle 22 Şubat olayına karışanlara ceza verilmeyeceğine yazılı olarak söz verecek ve böylece bir darbe girişimi daha bastırılmış olacaktı. Askeri açıdan duruma egemen olmalarına rağmen darbeciler kalkıştıkları işin mantığına uygun davranmaya cesaret edememiş ve sonuna kadar gidememişlerdi.

Olay bastırıldıktan sonra inisiyatifi ele alan hükümet verilen sözlere rağmen Talat Aydemir ve üç albayı birkaç günlüğüne gözaltına alacak ve ardından da emekliye sevk edecekti. Daha sonraki emekli işlemleriyle birlikte 22 Şubat olayına karışan 69 subay ve 4 astsubayın orduyla ilişkisi kesilecekti.

Oysa bazı generaller de dahil olmak üzere, SKB ile ilişkide olan ve darbe girişiminde yer almaya söz veren subay sayısı çok daha fazlaydı ama önemli bir bölümü son anda taraf değiştirmiş veya ortada gözükmemişti. İstanbul grubu ise hiç harekete geçmemişti.

Kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını ve aldatıldıklarını gören Talat Aydemir emekliye sevk edildiği gün evine geldiğinde eşine şöyle diyordu: "Şadan, ilk önce şu şerefli elbisemi çıkarayım. Bu iş bitmedi, bir gün gelecek muvaffak olacağım. Üzülme, istesem en kısa zamanda hallederim."

Gerçekten de iş bitmemişti. Aydemir cuntası daha da bir hırsla yeni bir darbeye hazırlanmaya başladı. Bu arada yurtdışına sürgüne gönderilen 14'ler de yavaş yavaş dönüyor ve onlarla da ilişkiler kuruluyordu. Ancak 14'ler durumu daha iyi kavramışlar, darbe yolundan yürümenin mümkün olmadığını, bir siyasi partiyle iktidar mücadelesi vermek gerektiğini düşünmeye başlamışlardı.

Aslında bu konuda da aralarında bir fikir birliği yoktu ve ancak Alpaslan Türkeş bu doğrultuda ilerlemeyi başaracak, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ni ele geçirerek bu partiyi MHP'ye dönüştürecekti.

Böylece ordu içinde yeniden hız kazanan örgütlenme yine daha çok alt kademelerde taraftar bularak yayılmaya başladı. Bu arada Talat Aydemir 22 Şubat konusunda verdiği bir demeç nedeniyle Temmuz 1962'de dokuz günlüğüne tutuklanarak serbest bırakılacak ama bu olay Harbiydiler ve genç subaylar üzerindeki etkisini artırmaktan başka bir sonuç getirmeyecekti. Oturduğu evin önünden gruplar halinde geçen Harbiydiler balkona çıkan emekli albayı selamlayarak gösteri yapıyorlardı.

1963 yılı başından itibaren "27 Mayıs'ı devam ettirmeye" kararlı cuntalar ve subaylar arasındaki görüşmeler sıklaşmaya başladı. "Lale Apartmanı Toplantısı", "Söğütözü Toplantısı", "Dikmen Toplantısı" gibi toplantılarla saflar ve görüşler netleşiyor, harekat tarzları belirleniyordu. "Herkes benim liderliğimi kabul etsin" diyen Türkeş başta olmak üzere 14'lerle Aydemir cuntasının yolları ayrılacaktı.

Mayıs ayında yeniden darbe yapmaya karar veren ihtiraslı albay ve arkadaşları da hükümet ve ordu tarafından adım adım izleniyordu. Ama yine de başta Ankara olmak üzere bazı önemli askeri birliklerde örgütlenmişlerdi. Ordu içindeki tepki Erzurum'da genç subayların Başbakan İnönü'ye arkalarını dönerek yaptıkları protesto ile kendisini ortaya koymuştu.

Bu huzursuzluğu arkasına alan Talat Aydemir ve arkadaşları 20 Mayıs'ı 21 Mayıs'a bağlayan gece bir kez daha harekete geçeceklerdi. Yine ayaklanmanın karargahı ve asıl gücü Harp Okulu idi ve başta tank taburu olmak üzere Ankara'daki kimi birlikler de harekete destek veriyorlardı. Aydemir de dahil olmak üzere emekliye sevk edilmiş 22 Şubatçılar üniformalarını giyerek Harp Okulu'nda toplandılar ve harekete geçtiler.

İlk hedef Ankara radyosu idi, hazırlanan ihtilal bildirisi saat tam 24'de radyodan okunmaya başladığında "Tamam, bu kez başardık" diye darbeciler birbirlerine sarılacaklardı. Ancak durumu yakından izleyen hükümet ve ordunun yüksek komuta kademesi bu kez daha hazırlıklı ve hatta darbenin yapılacağından haberliydi. Daha sonraki mahkeme sürecinde kendisinin de itiraf ettiği gibi Alpaslan Türkeş, Aydemir ve arkadaşlarını ihbar etmişti.

Kısa bir süre sonra Ankara radyosu el değiştirecek ve 28. Tümen Kurmay Başkanı Yarbay Ali Elverdi, hükümetin duruma egemen olduğunu, ordunun da hükümetin emrinde olduğunu ve biraz önce okunan bildirinin üç-beş çapulcunun ve maceracının bir girişimi olduğunu belirten bir konuşma yapacaktı. Aydemir ve arkadaşları şaşkınlık içindeydiler.

Radyo marşlar çalıyor ve zaman zaman Ali Elverdi konuşuyordu. Hemen Ankara radyosuna bir grup Harbiyeli gönderildi ve Ali Elverdi tutuklanarak Harp Okulu'na getirildi. Harbiyelilerin öldürmeye kalkıştıkları Elverdi'nin hayatını Aydemir kurtaracaktı.

Radyo tekrar darbecilerin eline geçmiş, "Büyük Türk Milletine", "Türk Silahlı Kuvvetleri İhtilal Genel Karargahı" adına Talat Aydemir imzalı bildiriler okunuyor, "Büyük Türk Milleti, hiçbir şahıs, zümre ve parti adına hareket etmeyen yalnız milletine karşı borçlu olduğu vazifesini yapan senin Silahlı Kuvvetlerinin zaman zaman yayınlayacağı bildirileri tam bir vakar, huzur ve güvenlik içinde bekle, halaskar fedailerin yalnız ve daima senin emrinde ve hizmetindedir" deniyordu.

Ama hükümet kuvvetleri duruma bir kez daha teknik olarak müdahale ettiler ve Ankara radyosunun yayınını keserek, susturdular. Ardından hava kuvvetlerinin bulunduğu Etimesgut'tan yayın başladı. Bu kez konuşan Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'dı. Sunay şöyle diyordu: "Türk Silahlı Kuvvetleri hükümetin emrindedir. Kara, deniz, hava ve jandarma komutanlıkları hükümeti desteklemektedir. Talat'ın 3-5 adamı hüsrana uğrayacaktır. Maceraperestler muvaffak olamayacaklardır ve cezalarını göreceklerdir. Bunlar toplanmaktadırlar."

Genelkurmay Başkanının bu konuşmasıyla birlikte hükümet yavaş yavaş duruma egemen olacaktı. Ordunun hiyerarşisi içinde bir harekete yatkın olan birlikler yüksek komuta kademesinin tavrını öğrenince çözülmeye başlayacaklardı. Oysa Sunay'ın konuşmasına kadar hükümetin emrinde doğru dürüst bir askeri birlik yoktu. Hükümet savaşı radyo ile kazanıyordu.

Daha sonraki anılarında Talat Aydemir de bu durumu kabullenecek ve şöyle yazacaktı: "Sunay'ın konuşmasından itibaren subaylarda, kıta kumandanlarında bir çözülme başladı. Halbuki karşımızda hiçbir kıta yoktu. Subaylar tankları, bölükleri bırakıp kaçmasaydı hiçbir şey olmayacaktı. Tek bir radyonun bu kadar tesirli bir silah olduğunu o zaman anladım. Mağlubiyetimizin tek sebebi radyodur."

Bu arada Ankara'da meydana gelen bazı küçük çatışmalarda ölenler ve yaralananlar olacak, Ankara'nın üzerinde iki tarafın da jetleri uçarak karşı tarafın bilinen mevzilerine makineli tüfek ateşi bile yapacaktı. Bu kez kan da dökülmüş, 22 Şubat'tan daha kararlı davranılmış ama yine başarılı olunamamıştı.

Sabah Harp Okulu'ndan ayrılan Talat Aydemir ailesinin kalmakta olduğu bir arkadaşının evine giderek vedalaşacak ve daha sonra subaylara değil polise teslim olacaktı. Silah arkadaşlarına teslim olursa kendisini hemen öldüreceklerine inanıyordu.

Bir yıl kadar süren mahkeme sonucunda ihtilal yapamadan duramayan ama bir türlü de başaramayan emekli albay ve üç arkadaşı idama mahkum edilirken, diğer yüzlerce subay ve Harp Okulu öğrencisi de çeşitli cezalara çarptırılacak ve ordudan atılacaklardı.

TBMM Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın cezalarını onaylarken diğer iki idam hükümlüsünün cezasını müebbede çevirdi. Gürcan 27 Haziran 1964'de idam edilirken, avukatının son anda yaptığı bir itiraz nedeniyle infazı bir hafta geciken Aydemir ise 5 Temmuz 1964'de hırsının ve aynı zamanda ideallerinin bedelini canıyla ödeyecekti.

27 Mayıs da dahil olduğunda ihtilalle üç kez oynamıştı; ilkinde Türkiye'de olmadığı için elde edilen başarıdan payını alamamış, ikincisinde başarısız olmasına rağmen arkasındaki güçler dolayısıyla kellesini kurtarmış, ama üçüncüsünde baş koyduğu yolda başını vermişti.

İhtilal, kendisiyle bu kadar çok oynanmayacak kadar ciddi ve tehlikeli bir işti. Ve bir ihtilal, ancak toplumsal ve siyasal açıdan "şartlar tamam olunca" gerçekleşebilirdi!

Talat Aydemir ve arkadaşları ise tam da bu "şartlardan" habersizdiler!

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


> 1 <