Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Cennet Bursa Efsanesi

Cennet Bursa Efsanesi Hakkında Bilgi - Cennet Bursa Efsanesi Nedir Özet


Araştırmalar



CENNET BURSA EFSANESİ
    Vaktiyle her Süleyman'dan içeri bir Hazreti Süleyman varmış; alnında peygamberlik nuru yanar, başında hükümdarlık tacı parlarmış; Allah ona "mührü Süleyman" derler tılsımlı bir mühür ihsan etmiş; bu sayede dağa taşa hükmeder; kurda kuşa sözü geçermiş...Oturduğu taht desen ne altın, ne fildişi; ya cin, ya      peri işi bir tahtırevanmış! Dur derse durur; yürü derse yürür; uç derse uçarmış.Böylece dünyanın dört bir yanını dolanır; ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş.
    Günlerden bir gün tahtına kurulur; sağ yanına sağ vezirini, sol yanına sol    vezirini alıp havalanır göklere...Dağlar eğim eğim eğilir; yollar erim erim eriri; bir   göz yumup açıncaya kadar gelir, dağların dağı Uludağ'ın tepeciğine iner, bakar     ki, ne baksın! Bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk; bir kanadı su, bir       kanadı ışık!
   Hazreti Süleyman:"Yaratan neler yaratıyor!" diyerek parmağı ağzında      kalakalır.Neden sonra kendine gelip sağına döner, sağ vezirine:
   "A benim vezirim; sen çok gezdin, çok gördün; imdi dünya gözüyle bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun?" diye sorar.
  Sağ vezir: "Ey benim sultanım, efendim; Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar? deyince, Hazreti süleyman bu söze mührünü basar.Sonra sola dönüp sol      vezirine:
   "A benim vezirim; sen çok yaşadın, çok bilirsin; dünyada bu güzelliklerden      üstün bir güzellik daha var mı?" diye sorar.Sol vezir da aynı dilden cevap      eyleyip:
   "Var sultanım, var! Öyle ya, dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama, gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir...Burcu burcu kokan güller güzeldir      ama, hiçbiri gül yanaklar gibi domur domur açılmaz...Şu uçsuz bucaksız mavi su güzeldir ama, bir damla gözyaşının, yanan yüreklere verdiği ferahlığı veremez..    Şu pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama, hiç bir ayın ondördü sultan gibi, ay ile   bahsedip gün ile doğamaz..." deyip kesince, Hazreti Süleyman bu söze de   mührünü basar ve son sözü kendi alır:
   "Ey benim vezirlerim; ikiniz de ağzı öpülecek adamlarsınız; bu yerlerin bir      'insan' eksiği var.Dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaysı, ya dile getirir, ya tele getirir de, böyle kaybolup gitmezdi, bu bir! Üstelik bunlara her güzellikten üstün bir de insan güzelliği katılırdı, bu iki!
   "İmdi, siz de benim bu sözüme bir 'mim' korsanız, şu yaylaları yurt edinelim..       Bir saray yaptıralım, köşkü beraber; içinde bahçesi, suyu beraber...Bu saraya güzeller güzeli Belkıs'ın tahtını kuralım; bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım ve lakin köşkün anahtarı bende kalsın!"
    Vezir vüzerası mim koymaya kalmaz; dağ taş dile gelip: "Belkıs, Belkıs!" diye  inim inim inler...
   Hazreti Süleyman o saatten sonra tezi yok, perilerini başına toplayıp onlara danışacak olur, ama perilerden bir peri, niyetini gözünden okuyup ağızsız dilsiz anlatır ona:
   "Ya Süleyman; 'Can kavmi' derler bir kavim vaktiyle buralarda bir şehir      kurmuştu ama 'Cin kavmi' dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştu.Bin yıl dövüştüler durdular ya, son sonu ne onlara kaldı, ne bunlara; tufan erişip sular altında kaldı şehir! İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller, göl değil, o tufanda göllenip kalmış sudur; o şehir de, sözüm ona, bu göllerden birinin altında yatıp duruyor..." deyince, Hazreti Süleyman mührü Süleymanı basar, vüzerası da birer mim kor bu söze...
   Bunun üzerine su perileri sulara dalar; gölleri boşaltıp can şehrini ortaya çıkarırlar.Dağ perileri de dağlara tırmanır, getirecekleri kadar getirip, mermer taş, mermer direk bir saray kurarlar, köşkü beraber, bahçesi, suyu beraber.
   Periler bu hayhayda iken, Hazreti Süleyman kuşun kanadıyla her yana      haberler gönderip cümle ela gözlüleri buyur eder.Nerde var nerde yok, ela    gözlüler de gelir, bu şehre yerleşir; Belkıs Sultan da varıp sarayına, tahtına   kurulur; şehir şehir olur, saray da saray!
   Sağ vezir bunu sağ gözüyle görür: "Cennet burası!" der; meğer sol vezirin bir kulağı biraz ağırmış; bu sözü "Cennet Bursa!" anlamasın mı?
    O gün bu gün, bu şehrin adı "Bursa" kalır.Şehrin anahtarı kendisinde ya,   Hazreti Süleyman da yılda bir kez olsun, felekten bir gün çalıp Bursa'ya gelir,  Belkıs Sultan'la murat alıp murat verir.
  Eh fani dünya kimlere kalmış ki onlara kalsın, ömürlerini yakalarına dikmediler   ya! Bir gün ikisi de bahtını yellere, tahtını ellere bırakıp bu dünyadan göçüp giderler, ama gel zaman git zaman, Bursa, Bursa olarak kalır.
    Bir İki Kafa Karıştırıcı Söz
    Bir iki kafa karıştırıcı söz bu arada:Son yıllarda Tufan denen olayın Karadeniz dolayında oluştuğu ve suların buzulların erimesiyle yükseldiği anlatılır oldu  konunun uzmanı kişilerce.O sırada Bursa Ovası'nın da su altında kalmadığını düşünemeyiz sanırım.
   Öteden beri İznik Gölü'nün içinde bir ya da birkaç şehrin bulunduğu söylenegelir.İşte Hoca Saadettin Efendi'nin( 1536/37-1599) söyledikleri: "Yılın en kurak aylarında su çekilince ortasında bir takım büyük yapılar meydana çıkar.Bunların Nuh aleyhisselamın oğlu Sam'ın yaptırdığı binaların kalıntısı    olduğu söylenir.Sam'ın Tufan'dan sonra İznik'i kurarak buraya yerleştiği  meşhurdur."
   Ve Raif Kaplanoğlu'nun söyledikleri."...gerçekten de İznik Gölü'nün altında bir şehir var!  Belki de birden fazla..."  Raif hoca, bu sözlerini alıntıladığım yazısında, okuduklarını, balıkçılardan dinlediklerini ve kendi gözlemlerini aktarıyor.Gerçi ilk alıntıdan söz konusu yerleşim yerinin İznik Gölü'nün altında tufan yüzünden kalmadığı, hatta bizzat adı anılarak ondan sonra kurulduğu anlatılmakta ama, olsun.Sonuçta göçükle, depremle de olsa, su altında kalma motifi var.
   İşte efsaneler ve işte gerçekler...Her efsane aslında biraz bir gerçekten türüyor.Ortada bir ip var, ona boyuna toz ve tortu yapışıyor.İp kalınlaştıkça kalınlaşıyor, ip'liği unutulacak hale geliyor.  
.........................................
    Ayrıca konuyla doğrudan ilgili olmayan, ya da biraz ilgili olsa da, bizi sığ düşüncelere götürmemesini dilediğim bir iki gözlemi de aktarmak istiyorum.  Marmara Denizi'nin, buranın tabanında yapılan araştırmalar sonucunda, bundan 10 bin yıl kadar önce ve bin yıllığına küçük bir göl olarak varlığını sürdürdüğü ileri sürüldü geçenlerde...--Canlandırma resimleri görmüş müydünüz?..
    İkincisi, elinize bir Marmara Bölgesi haritası alırsanız, İznik Gölü'yle Gemlik Körfezi'nin, tarihin bir döneminde birbirinden uzak düşmüş iki kitle olduğunu    netlikle görürsünüz.Belki aynı şekilde, Uluabat Gölü'yle Manyas Gölü'nün de..

Bunun hakkında hemen düşüncelerinizi ya da sorunlarınızı yazabilirsiniz...

Hızlı Yorum Sistemi
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

İsim Email Şifre Kuran'daki ilk sure

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış