Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Yahya Kemal Beyatli

Yahya Kemal Beyatli Hakkında Bilgi - Yahya Kemal Beyatli Nedir Özet


Araştırmalar





YAHYA KEMAL BEYATLI
HAYATI, EDEBÎ ŞAHSİYETİ, ESERLERİ

HAYATI
Türk edebiyatının en güçlü yazar ve şairlerinden olan Yahya Kemal, 2 Aralık 1884 günü, bir Türk İslâm şehri olan Üsküp’ün (Yugoslavya) İshakiye mahallesinde büyük annesi Adile Hanım’ın konağında dünyaya geldi. Babası, adliye memurluğu ve bir ara da Üsküp Belediye Reisliği yapmış olan Niş’li İbrahim Naci beydir. Annesi divan şiirinin son üstatlarından Leskofçalı Galip Bey’in yeğni ve İsmailpaşzâde Dilâver Bey’in kızı Nakiye Hanım’dır.

İbrahim Naci Bey ve Nakiye Hanım’ın Yahya Kemal’den sonra, Reşad isimli ikinci oğulları ve Rukiye isminde bir kızları olmuştu.
Yahya Kemal henüz beş yaşında iken Üsküp’te Sultan Murat camii arkasındaki Beyan Baba Türbesi’nin avlusunda bulunan Yeni Mektep adlı okula başladı.İlk hocası Hoca Gani Efendi’dir. Ancak Elifbayı üç yıl içinde bir türlü sökemeyen Yahya Kemal ilk başladığı Yeni Mektep’ten ayrılarak 1892’de doğudan Avrupa’ya bir geçiş

olarak yorumlanan modern Mekteb-i Edeb’e yazıldı. Bu özel okula girişi için Yahya Kemal “şarktan Avrupa’ya geçişim oldu” der.
Modern bir okul sayılan Meteb-i Edeb’e başladığı ilk günlerde okumayı öğrenen Yahya Kemal, bir yandan bu okuluna devam ederken, bir yandan da Hüseyin isimli bir laladan ders alıyordu.
Yahya Kemal’in şiire karşı olan büyük ilgisi Üsküp İdadisinde iken başladı. Her geçen gün bu ilgi daha da arttı.


Abdulhak Hamit’in, Recaizâde Ekrem’in ve Muallim Naci’nin şiir kitaplarını alıp ilgiyle okuyordu, özellikle Zemzem, Makber, Ateşpare, Şera ve Fürûzan gibi şiir kitaplarından büyük zevk alıyordu. Okuduğu bu eserlerden büyük ilhamlar alıyordu.Bu şekilde kedisini iyice şiire ve şiir dünyasına kaptırmıştı. Bu arada bir Rüfai dergahına devam etti.Böylece tasvvufi ve daha sonra siyasi mesellere de ilgisi arttı.

Selanik İdadisinde iken “Esrar” mahlasıyla şiirler yazan Yahya Kemal’i 1902 yılında İstanbul’da görüyoruz. İdadi tahsilini İstanbul Vefa’da tamamlayan Yahya Kemal, Galatasaray Sultanisi’ne kaydolmak istediyse de kadrosuzluk sebebiyle bu okula giremedi. Bu sırada, akrabalarından İbrahim Bey’in Sarıyer’deki evinde misafir kalıyordu. Bu müddet içinde Rubab-ı Şikeste’yi okudu.

Cenap Şahabeddin’i ve Edebiyat-ı Cedide’nin diğer şairlerini tanımağa başladı. Bu arada Yahya Kemal imzasıyla İrtika ve Malumat dergilerinde Servet-i Funun tarzında yazdığı manzumeleri de yayımlandı. Bütün bunların yanı sıra Sarıyer’deki akrabasının evinde kaldığı süre içerisinde bir yandan da meşhur müzisyenlerden Kanuni Hacı Arif Bey’in idaresinde icra edilen musiki fasıllarına devam ederek kuvvetli bir milli musiki kültürü aldı.

Ancak bu musiki fasıllarına devam ederken, Osmanlılık, Müslümanlık ve Türklük düşmanı, aşırı Batıcı Serezli Şekip Bey’in fikirlerinin ve telkinlerinin tesiri altında kaldı. Bu yüzden 1903 yılında Paris’e kaçtı. Henüz çok genç ve çevresindekilerin tesiri altında kalabilecek yaşta olan Yahya Kemal, Paris’e gittiğinde Jön Türkler arasına katıldı.Orada Lati’ne yerleşerek bir yıl müddetle de Meaux’ya devam etti.

Frınsızcasını bir hayli ilerletti. Daha sonra 1904 yılında Siyasi İlimler Okulu’nun dış siyaset bölümüne yazıldı. Kendisi bu günlerini şu şekilde anlatıyor:”İstanbul’dan çıkarken zaten dine karşı kafamda şedit bir aksülamen vardı. Hariste dinsizliğim arttı. 1904 senesi Paris’te kilise ve din düşmanlığının azdığı ve sosyalist cereyanın sert bir rüzgar gibi estiği bir seneydi. Mitinglere nümayişlere karışıyordum. Sokaklarda İnternationel’i dinlerken kalbim geniş bir insanlık sevgisiyle doluyordu. Gözlerim yaşarıyordu.”

Bu dönemde Servet-i Funun şiirinin taklit bir şiir olduğu kanaatine vararak bu akımdan soğumaya başlamıştı. Bundan sonra ünlü tarihçi Albert Sorel’in öğrencisi oldu. Hayranı olduğu bu ünlü tarihçinin tesiriyle tarihe büyük bir ilgi duydu. Böylece “tarih içinde Türklüğü aramak ve bulmak” hevesine kapıldı. Artık kendisini büyük bir ilgiyle tarihe kaptıran Yahya Kemal, çeşitli konferanslara devam ederek, tarihi eserleri okumağa ve araştırmağa yöneldi.

Bu yönde kendisini yetiştirmeğe çalıştı. Jön Türklüğü ve onların fikirlerini köhnemiş ve modası geçmiş bir akım olarak görmeye de başlamıştı. 1071 Malazgirt Savaşı kafasında bir başlangıç noktası olarak doğdu.
14 Temmuz 1906’da Paris’ten Londra’ya giderek iki ay kadar orada kaldı. Bu süre içinde Londra’da bulunan ve Türk Edebiyatında Şair-i Azâm diye anılan “Makber” şairi Abdulhak Hâmit ile birkaç defa buluşarak görüştü.

Bu konuda Yahya Kemal, “Şiirde Otuz Senem” başlığını taşıyan eserde şöyle diyor
“Orada Abdulhak Hamit’i bir iki defa gördüm; çok iyi hüsn-i kabul gösterdi. Lakin şiir tarafıma kayıtsız kaldı; ben de açılmak istemedim, hatta hiçbir parçamı kendisine göstermek lüzumunu hissetmedim.”
Yahya Kemal o günlerde eski akıncıları konu edinen yeni bir “Türk destanı” yazmaya çalıştı. Bunun için de yine kendisi şöyle diyor:

“O günlerde Londra’da yeni bir Türk destanı yazmağa savaştım. Eski akınlarımıza ve korsanlarımıza dair beş on mısraı, çok sonraları, bir çok yerlerde basılmış ve tekrar edilmiş olan bu destan beni senelerce peşinden koşturdu. Gerçi onu yazmadım. Lakin yazmağa uğraşırken kendime göre şiir lisanı buldum.”
Aynı sene içinde Londra’dan Belçika’ya giderek Osten’de ve Bürüksel’de bir süre kaldıktan sonra oradan tekrar Paris’e dönen Yahya Kemal,


burada Arapça ve Farsça üzerine de çalışmalar yaptı. Böylece Divan şiirini okuyup anlağa çalıştı. Türk şiirini ve klasiklerini Paris’te öğrenerek, etkili olduğu tarzda derin bir hazla mısralar söylemeğe başladı.
1910 senesinde Paris’ten Cenevre’ye gelen Yahya Kemal, o yazı Cenevre’de geçirdi. Bundan sonra İsviçre’nin çeşitli bölgelerine v Britanya’ya seyahatleri oldu.

1912 ilkbaharında ise, kuvvetli bir tarih, edebiyat kültürü ile beslenmiş olan milli bir şuurla İstanbul’a döndü. “Kendi Gök Kubbemiz” adlı eseri bu kültür ve şuurun bir mahsulüdür. Yahya Kemal tam on yıl İstanbul'dan ayrılmadı.
İstanbul’a dönünce, 1913 yılında Daruşafaka Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1914’de Sultan Selim’de açılan Medresetülvaizin’de medeniyet tarihi dersleri verdi.

1916 ile 1919 yılları arasında İstanbul Darülfünun’unda medeniyet tarihi, Batı Edebiyatı tarihi kürsülerinde müderris olara vazife yaptı. Bu arada bir taraftan yeni şiirler, bir taraftan da, klasik şiirler yazıyordu. Daha sonra bu klasik şiirlerini “Eski Şiiri Rüzgarıyla” adlı kitapta topladı.
Yahya Kemal, mütarekeden sonra arkadaşları ve öğrencileriyle Milli Mücadeleyi destekledi, hatta bu alanda bazı faaliyetlerde de bulundu.

Başyazarı olduğu Ati (İleri) gazetesinde ve Tevhid-i Efkar, Hakimiyet-i Milliye gibi gazetelerde, arkadaşlarıyla birlikte yayımladığı “Dergah” Mecmuasında Milli Mücadeleyi kutsal sayan ve teşvik eden yazılar yayımladı.
1921 yılında hastalığından dolayı bir ara İstanbul’dan Burgaz’a, oradan da Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya gitti. Sofya’da iki ay kalıp tedavi gördü. Daha sonra Filibe’ye, tekrar Burgaz’a ve oradan da İstanbul’a dönen Yahya Kemal, 1922’de Bursa’ya gitti. Bursa’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile tanıştı..

Daha sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya davet edildi. Aynı yıl müşavir üye olarak Lozan Konferansı murahhas heyetine seçildi.Daha sonra İsmet Paşa ile birlikte İstanbul’a ve oradan da Lozan’a gitti. Lozan’da iki buçuk ay kaldıktan sonra Ankara’ya döndü.
1923 yılının sonbaharında Urfa Mebus’u olarak TBMM’ye girdi. 1924 senesinde Paris’e, Viyana’ya ve Budapeşte’ye kısa süreli seyahatler yaptı. Yahya Kemal, Cumhuriyetten sonra dış memleketlerde elçilik yaptı.

1926 yılında Polonya, 1929 ‘da İspanya ve 1931’de de Portekiz elçisi olarak görevlendirildi. 1934’te önce Yozgat, sonra Tekirdağ millet vekilliğine seçildi. İki devre Tekirdağ mebusluğundan sonra 1936 yılında İstanbul’da yapılan kısmi seçimi kazanarak İstanbul milletvekili oldu.1947’de de Pakistan’a büyükelçi olarak tayin edildi. 1949 yılına kadar bu görevde kaldı ve emekli olarak yurda döndü.

1949’dan 1957 yılına kadar İstanbul’a istirahata çekilen ve yazı hayatını sürdüren Yahya Kemal 1957’de geçirmiş olduğu bağırsak rahatsızlığını tedavi ettirmek için Paris’e gitti.Orda bir süre tedavi olup döndü. Bir yıl sonra aynı hastalık tekrarladı ve 1 Kasım 1958 tarihinde Cerrahpaşa Hastahanesinde vefat etti.

Tam yarım asır, halk diliyle Türk’ün öz değerlerini, Türk tarih, sanat ve medeniyetini, Türk zevkini şiirlerinde söylenen büyük şair arkasında ebediyete kadar Türk edebiyatının şaheserleri olarak yaşayacak eserler bıraktı.
Son sözü, Baki’nin:
“Allah’adır tevekkülümüz, İtimadımız.”
mısraı olmuştur. Ölümünden bir gün önce dostlarıma yazdırdığı son beyti ise:

Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin
Bir çare yok mudur buna Ya Rabbülalemin… idi.
Cenaze töreni, mahşeri bir kalabalıkla Fatih Camiinde yapıldı. Vasiyeti gereği Rumeli Hisarı sahil mezarlığına gömüldü. Mezar taşında, Şirazlı Hafız için söylediği şu mısralar kazılıdır.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında yatan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Ölümünden sonra 1958’de Yahya Kemal Enstitüsü kuruldu. Bu enstitü tarafından 1959’da “Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası” yayımlanmağa başlandı. 1961’de Yahya Kemal Müzesi açıldı. Yahya Kemal’in eserleri bu enstitü tarafından neşredilmektedir. 1968’de Yahya Kemal’in bir heykeli aynı enstitü tarafından yaptırılarak İst. Maçka Parkına diktirilmiştir.


Kendi Gök Kubbemiz
Eski Şiirin Rüzgarıyla
Rubailer- Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş
Aziz İstanbul
Eğil Dağlar (Milli Mücadele Yazıları)
Siyasi Hikayeler
Yahya Kemal Enstitüsünün yayımladığı bazı eserler şunlardır:



7. Siyasi ve Edebi portreler
8. Edebiyata Dair yazılar
9. Çocukluğum, Gençliğim…
10.Tarih Münasebetleri
11.Bitmemiş Şiirler
EDEBÎ ŞAHSİYETİ:
Yahya Kemal yirmibirinci yüzyıla damgasını vurmuş, şiirleri, nesirleri, görüşleri ve hatta sohbetleriyle, Türk edebiyatında devrinin belli başlı zirvelerinden olmuştur.
Edebiyatımızda zirve teşkil eden yazarlar ve onların hayatları incelendiği zaman, hayatlarında geçen olaylar sanatçılara yön vermiştir.Yahya Kemalin de hayatında, bilhassa çocukluğunda “akıncı cedlerinin ihtirasını duyuran” olaylar zinciri vardır.

Böylelikle sanatının ilk heyecanlarını, tarih ve milliyetçilik duyguları kazandığı yer olan Üsküp’te hissetmiştir. O’nun sanatını harekete geçiren asıl güç, bu serhat şehrinde geçen çocukluk yılları ve bu çocukluk yıllarında duyup hissettikleri olmuştur. Açık Deniz Şiirinde:

“Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum
Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum”
diye başlayan şair:
“Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını.”
Diyerek Üsküp'te çocuk yaşta akıncı cedlerinin ihtirasını kendisinin de duyduğunu belirtiyor. Şair dini duygularını, iyi ve güzel olan ne kadar duygusu varsa hepsini annesinden aldığını söyler. Hatıralarında bundan şöyle söz eder:

“… O düğün bitince derin bir melal içinde kalmıştım. Hep onu düşünüyordum. İlk şiirim olan bir türkü güftesini, ekseriya Üsküp türkülerinde gördüğüm vezinle, onunçün karalamağa başladım.”
Oniki yaşında yazılan bu şiir, Yahya Kemalin ilk şiiri olmasına rağmen,sonradan hatırlayamamıştır bile.

Henüz onbeş yaşında iken Muallim Naci’nin “şerare” ve “ateşpare”yi okumuştu. Artık gönlü Muallim Naci’nin şiirleriyle doludur. Recaizâde’nin Zemzeme’sini okusa da, Muallim Naci’den bir türlü vazgeçmez. Hatıralarında Yahya Kemal bu durumu şöyle anlatmayı uygun görüyor:

“… Lâkin anladığım ve sevdiğim şair Naci’ydi. Naci ismi bile kalbime aydınlık hissi veriyordu. “Meyhanede bir Söyleniş” manzumesiyle, Varna’dan İstanbul’a hicret ettiği o hazin baharı anlatışıyla, Tesalya’da, Fırat ve Dicle kenarında söylediği hasret dolu kıtalarıyla kendimi tanımış gibi hissediyordum.”

Yine bu yıllarda yavaş yavaş vezinlerin birçoğunu kullanmağa başlıyor, bir deftere manzumeler dolduruyordu. Kendi ifadesine göre, halk arasında ilk yayılan şiiri Hafız Mehmet Paşa (vali) aleyhinde bir isyanı tasvir eden manzumesidir. Bu yıllarda İstanbul’da çıkan Terakkî adlı mecmuaya gönderdiği bir manzumesi ilgi görmüş ve basılmıştır.

İstanbul’a geldikten sonra Naci’nin etkisi T. Fikret ve Cenap Şahabettin’e doğru kayar. Bunu hatıralarında şöyle anlatır:
“… İstanbul'da gözlerim etrafa açıldıktan kısa bir zaman sonra Tevfik Fikret’in Rübab-ı Şikestesi elime geçti. Bu yeni şiir bu defa beni kuvvetle sardı. Muallim Naci’yi, hatta Abdulhak Hamit ve Recaizade Ekrem Bey’i maziye intikal etmiş gibi gördüm.”

Başka bir yerde Yahya Kemal
“… Bir kelime Fransızca bilmeden alafrangalaştım. Malumat mecmuasında yeni şiir çığırında birçok manzumelerim çıktı…”
1902 Temmuzunda, o zamanın birçok alafranga nesli gibi Paris sevdasına tutulan şair,”memleketi zindan, Avrupa'yı nurlu bir alem” gibi görür ve 18 yaşın verdiği hevesle 1902 temmuzunda Paris’e kaçtı.

Artık Yahya Kemal Servet-i Fununcuların tesirinden kurtulacaktır. O’na bu döneminde en çok tesir eden, tarihçi Albert Sorel ile, Heredia’dır. Bunalar Yahya Kemal’e aynı zamanda, eski şiirin zevkini de verirler. Heradia’nın bir kuyumcu kudretiyle işlediği yüz yirmi kadar sone ile, iki uzun manzumesi vardı.

Eski Yunan ve Latin tarzında yazan klasik bir sanatkar olan Heredia’nın şiirleri, Yahya Kemal’e devamlı mısra-ı bercesteyi hatırlatır. Bu duygularla divan şiirimize eğilir. Naili Kadim ve Şeyhülislam Yahya’nın divanlarını okur, hafızasına çeker. Divan şairlerimizin işliye işliye kullandıkları birçok kelimeleri Türkçeleştirdiklerini düşünerek “işte asıl Türkçe budur” der.

Şair dokuz yıllık bir aradan sonra İstanbul’a döndüğü zaman, kendisinden önce şöhretinin İstanbul’a geldiği görülür. Artık O, daha şiiri olmadan mısraları, eseri olmadan şöhreti olan birisidir. Şiirlerinde Paris tesiri devam ediyorsa da, büyük bir doğu tesirinin varlığını inkar etmemek lazımdır. O, artık birçok şiirinde rindane görüşleri dile getiri bir kalp adamıdır.

Türk Ocağında sanata dair konuşmalar yapacak, sohbetlerinde Türk tarihinin pek çok sahnelerini en bilinmeyenlerine kadar inerek didik didik inceleyecek, şiirleriyle “Lale Devri” yaşatacaktır.
“Gönül o afete meftundu Lale devrinde
Ki verdi şan u şeref yal u bale devrinde”
diyen şair yeri gelecek:
“Kalkub Huda'ya doğru açılmış sefinede
Erbab-ı neşve mest gider nahuda içer”

diyerek mısralarını tasavvufun rüzgarıyla şişirecek, bazen da divan şiirinin renk cümbüşü şiirlerinde yer alacaktır.
Şiirlerinde hayal yoluyla daima maziyi yaşayan şair, ilk şiirlerinden kabul ettiği “Sene 1141”ı , daha sonra Paris’te 1908’de,
“Gördüm ol meh duşuna bir şal atup lahurdan
Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nurdan.”

“Mahurdan Gazel”i yazmıştır.Mehlika Sultan,Sicilya kızları,Biblos kadınları da ilk şiirleri arasında yer almaktadır.
beytiyle başlayan


Şiirlerinde ve tarihi makale ve sohbetlerinde en çok İstanbul’un Fethi ile meşgul olan şair,1071’den sonrasını asıl tarihimiz kabul etmesine rağmen Hun Türklerine ait olan Oğuzname’yi milli destanımız olarak kabul etmesi,notları arasında Göktürk Alfabesi ile denemeler bulunması,bir yerde 1071’den önceki tarihimizi pek kabul et-tarih saymadığını göstermektedir.

ŞİİRLERİ:

1912’de İstanbul’a döndükten sonra Tanburi Cemil Bey’i tanır. Musiki sohbetlerinde ve fasıllarda bulunur.Türk musikisi ile çok yakından ilgilenen Yahya Kemal’i bu fasıllar çok etkileyecek ve 1927’de elçi olarak bulunduğu Varşova’da;


“Zihnim bu şehirden bu devirden çok uzakta
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta
Birdenbire mes’udum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle “ diyerek “Kar Musikileri” adlı şiirini yazacaktır.
Ziya Gökalp,hece ile yazılan şiirleri esas kabul etmesine rağmen,çıkarttığı Yeni Mecmuada Yahya Kemal’in şiirlerini “Bulunmuş Sahifeler” adı altında yayınlar.Yahya Kemal’in, Ok şiiri hariç tutulursa, geceyle yazdığı şiiri olmamasına rağmen Dr. Nazım’ın tanıştırdığı Ziya Gökalp ile şiirin özü sahifeler üzerinde anlaşırlar.


1920’den sonra çıkan Dergah mecmuasına asıl yön veren Yahya Kemal olmuştur. Mecmuanın ilk çıkışına Ses şiirini yetiştireceğini söylemesine rağmen, şiir bir türlü bitmek bilmez. Dergah mecmuasının ancak beş sayısına bir şiirini çıkarabilir. Bu durumu biraz da şiire verdiği önem ve şiir yazış tarzındaki ihtimama vermek lazımdır. Çünkü O şiiri bir çırpıda yazan bir şair değildir.
ŞİİR KİTAPLARI
Yahya Kemal’in, sağlığında kendisinden habersiz ve bir çok yanlışlarla dolu bir şekilde yayınlanan “24 şiir ve Leyla”yı saymazsak yayımlanan bir şiir kitabı yoktur. Ölümünden sonra şiirleri konu ve şekil bakımından, kendisinin de düşündüğü isimler altında;
a) Eski Şiirin Rüzgarıyla
b) Kendi Gök Kubbemiz
c) Rubailer, Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş


adlarıyla yayımlanmıştır. Daha sonra bir kısım şiirleri de “Bitmemiş Şiirler” ismi altında neşredilmiştir.
NESİRLERİ
Aziz İstanbul
Eğil Dağlar
Siyasi ve Edebi portreler
Siyasi Hikayeler
Edebiyata Dair
Çocukluğum
Gençliğim
Siyasi Edebi Hatıralarım
Makaleler ve Mektuplar
Tarih Muhasebeleri vb.
YAHAYA KEMAL’İ BESLEYEN KAYNAKLAR:
Yahya Kemal gibi Türk edebiyatının en bizce en güçlü kalemini besleyen kaynakları küçülterek birkaç satıra sığdırmaya çalışmanın anlamı yoktur. Ama onunun gene de şu kaynaklardan beslendiğini söyleyebiliriz.
Anne sevgisi
Babasının tesiri
Doğduğu yer ve çocukluk yılları
İstanbul
Türk mimarisi
Tarih ve Türklük
ŞİİRİNİN TASNİFİ
Eski Şiirin Rüzgarıyla:
A) Selimname
B) Gazeller
C) Musammatlar
D) şarkılar
E) İthaf
E) Kıtalar Beyitler
Şeklinde tasnif etmek mümlündür.


Kedi Gök Kubbemiz:
A) Kendi Gök Kubbemiz
B) Yol Düşüncesi
C) Vuslat
ara başlıkları halinde sıralanmıştır.

Bunun hakkında hemen düşüncelerinizi ya da sorunlarınızı yazabilirsiniz...

Hızlı Yorum Sistemi
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

İsim Email Şifre Kuran'daki ilk sure

Yorumlar :

Henüz yorum yapılmamış