Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Kullandığınız Sosyal Medyayı Seçin
Yeni Klasör 8 yıldır sizin için en güvenli hizmeti veriyor...

Teknoloji dünyasındaki son gelişmeler ve sürpriz hediyelerimiz için bizi takip edin.

Aşka, rüzgara, ayrılığa, zamana eyvallah

> 1 <

eRoL_y£l_!z

grup tuttuğum takım
Çavuş Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 257 ileti
Yer:
İş: bilgisayar (yazılım)
Kayıt: 06-07-2007 19:36

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
kırık link bildirimi Kırık Link Bildir! #259512 16-09-2007 20:04 GMT-1 saat    
Ben savaşı kendi yasaklığımda kaybettim...
Daha yolun yarısına bile gelmemiş bir ömrün, olmazlara mahkum sevdasında yenildim hayata. Öğrendiysem de seninle, hayatın
yalnızca olduğu gibi olduğunu; yine de beceremedim
boyun eğen suskunluğu.

Sen gittin. Kasım yağmurları geldi bu kente.
Varlığınla ısınan şehir bak üşümeye başladı bile. Oysa biz
hiç üşümemiştik seninle. Ne ben, ne sen ne de bu kent...
Güneşler doğurmuştuk biz ısıstan, her sabah bu kentin üstüne.
Sonbahar mıydı yoksa bahar mı, bilemedim seninle.
Kentim de anlamadı mevsimini, yüreğime gelişinle.

Eylüldü...
Bahar gibi bir eylül.
Geldim. Kimliğine aşk eklendi senin. Yüreğime sen.
Sendeki adıma ekledin de yıllar öncesinden kalma sesimi;
bir sevda çıktı ortaya, yasaklığa mahkum olmazlarda gizli.

Yazık ki zamansız kurulan bir cümleydim ben senin için.
Sense geç kalınmış bir sevda. Ben seni çok geç öğrendim.
Sırlarını açarken bir bir gözlerime, sığdırabilirim sandım aşkı,
"bir"leşen ayrı mekanlardaki iki yüreğe.

Ekimdi...
Şahitti şehir aşka. Koca kent ufaldı sevdamızda.
Bilmedi taksim bizi, görmedi Kız Kulesi birleşen ellerimizi.
Bir durak, bir zindan, bir de ağaç...
Şahidimdir Haliç, sevdim seni...

Ekimdi... Doğduğum ay.
34 yıl mıydı geride bıraktığım ve beni senin gözünde
çocuklaştıran, acısızlaştıran. Sayabilseydim eğer hiç
yaşanmamış senin olmadığın zamanları, bil ki doğum günüm
olurdu sonbaharın baharlaşan ayları. Ekimdi...

İmkansız bir mucizenin tanıklığındaydı kent.
Biz bile şaşırmışken kendimize, aşıktık. Ve aşk bu kadar
beklenmedikti bizde. Öyle ki, bir şeyler vardı
tanımlayamadığımız. Bende sana ait, sen de bana.

Ne tuhaf, hiç yabancılık çekmedim ben sende,
hiç utanmadım. Bir bize yakışmadı ekimde
pişmanlık, bir de ayrılık...

Kasım şimdi...

Yağmurlar geldi sen gittin. Ayazlara bıraktın yarini.
Yıkıldı bu kent üstüme. Ben üşüdüm. Kuşlar zaten öldü.
Oysa cama vuran her yağmur damlası gülüşünü
getirmeliydi. Ekmek attığım serçelerin kanadında
gelmeliydi umudun.

En deli yağmurlardan sonra bile sen gelmeliydin,
yokluğunda çölleşen ruhuma. Şimdi ise yağmurlar
döverken camlarımı, ben gözyaşlarımı ekliyorum sana.
Caddeleri boğarken sular, ben yine
kuraklaşıyorum yaşama.

Kuşlar... Kuşlar çoktan öldü ufalanan umudunda.
Bir bende kırıntıları kaldı da, gülemedim bir daha.
Yağmurlar dinmedi hala. Soğuk.

Üşüyorum. Kent yıkıldı, kuşlar öldü. Ne duraklar
kaldı ne de biz. Oysa biz hiç üşümemiştik seninle.
Şimdi ise yangınlar var yüreğimde. Buz yangınları.

Yaksalar bile artık tüm kenti, ısınmaz içim.
Gittin ya, bil ki ben artık buz yangınlarında üşüyeceğim.

Bir aynada seyrediyorum şimdi kendimi ve bir
şiirin mısraları çınlatıyor yüreğimi.
"Bir insan bu kadar eksilebilir mi?"

Gittin. Şiir de yarım kaldı şairliğin de. Ben zaten hiç şair
olmadım sende. Hani derdin ya "sen bir şiirin şairi değil,
bir şairin şiirisin bende..." Keşkelerinin hiç
yazılamayan şiiri. Bak işte yarım kaldım bende.

Aşka, rüzgara, ayrılığa, zamana eyvallah..




Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


> 1 <