Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Kullandığınız Sosyal Medyayı Seçin
Yeni Klasör 8 yıldır sizin için en güvenli hizmeti veriyor...

Teknoloji dünyasındaki son gelişmeler ve sürpriz hediyelerimiz için bizi takip edin.

Azrail İle İlgili Birkaç Dini Hikaye

azrayil hakinda dini hikayeler

Forumlar / Dini Bölüm / Dini Hikayeler

 
> 1 <

SabahGüneşi
»» -(¯ `v´ ¯ )-»»

grup tuttuğum takım
Cezalı Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 392 ileti
Yer: mekke
İş: www.yeniklasor.com
Kayıt: 31-07-2009 11:40

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
kırık link bildirimi Kırık Link Bildir! #336208 31-07-2009 12:28 GMT-1 saat    
Azrail araya girdi

Azrail anını almaya geldiğinde Hz.İbrahim, canını kolay teslim etmez. Azrail'e:

- Yürü git, Sultana arzet, halilinden can istemesin artık, der.

Yüce Allah buyurur ki: "Eğer Halil'imsen haliline canını feda et! Halbuki sen caınını vermemeye uğraşıyorsun. Başka kim böyle dostundan canını esirger?"

Yanında bulunanlardan biriside Hz.İbrahim'e

-Ey alemin nuru, neden Azrail'e can vermiyorsun? Aşıklar bu yola canlarını koyarlar; sen ise bir canını esirgiyorsun diyiince:

Halillullah derki.
- Ben hemen canımı verecektim ama araya Azrail girdi. Halbuki ateşe atılırken Cebrail gelmiş, "Ey Halil, benden bir şey iste" demişti. O zaman ben Cebraile bakmadımben. Çünkü yolumu kesiyor, beni Rabbimden alıkoyuyordu. Cebrail'e bile baş eğmemişken ben, nasıl olur da Azrail'e can veriririm?

Allah'tan "Canını feda et" sesi,ni duymadıkça can veremem ben. Fakat O can vermemi emrederse, bütün can ülkesi yarım arpa bile etmez bence. O emretmedikçe iki alemde de canımı başka birisine teslimm edemem ben. Diyeceğim bundan ibaret.
Kaynak: Mantıku't - Tayr, Feridüddin Attar

Kutup Görme Arzusu

Yûsuf Halveti hocasının bereketli sohbetleriyle yetişip, velî bir zât olunca, Rum diyârındaki insanları irşâd için oraya gitmeye memur edildi. Niğde şehrine gelip, insanlar arasında Tepeviran denilmekle meşhur olan yere yerleşti. Orada bir dergâh ve bir câmi inşâ etti. İnsanlara hak yolun bilgilerini, edebini öğretmekle meşgûl oldu. Çok kerâmetleri görüldü.

Yûsuf Halvetî'nin önceleri bir zaman, kendi kendine;

“Şu anda dünyâda kutup kimdir. Onunla görüşsem.” diye hatırına geldi. O zaman hocası onu teselli etti ve;

“Yûsuf evlâdım! Sen bir türlü kutup görme arzusundan vazgeçmezsin. Mâdemki öyle, şimdi filan yere git. İnşâallah arzun gerçekleşir.” buyurdu.

O gece hocasının işâret ettiği yere gitti. Orada altı sâlih kimse gördü. Lâkin arzusunu ve hocasının dediklerini unuttu ve onlara nereye gittiklerini ve kimler olduklarını sordu. Onlar da;

“Bizler yediler denen Allahü teâlânın sevgili kullarıyız. Az önce içimizden biri vefât etti. Onun yerine geçecek kimseyi istişâre için kutb-ı âlemin yanına gidiyoruz.” dediler.

Yûsuf Halvetî de kendileriyle berâber gitmek istedi. Onlar da;

“Peki gel!” dediler.

Tayy-i mekân edip bir anda Kâbe-i muazzamaya geldiler. Tavâftan sonra bir eve gidip içeri girdiler. İçeride yüzü örtülü birisi vardı. Ona selâm verdiler. Hiçbir şey söylemeden bir meyyiti tabutuyla ortaya getirip namazını kıldılar. Sonra tabut semâya yükseldi. Sonra;

“Bunun yerine kimi münâsib görürsünüz?” diye yüzü örtülü kişiden sordular.

O zaman Yûsuf Halvetî onlara;

“Bu işi bizimle istişâre etseniz olmaz mı?” dedi.

Onlar da;

“Bu nasıl söz. Sen kendi hocanın dediğini bile unutmuşsun?” deyip sonra da başka birisini getirdiler ve onun yedilere tâyini yapıldı. Sonra da yediler oradan çıkıp, herbiri bir tarafa gitti. O yüzü örtülü zât da bir tarafa yöneldi. Yûsuf Halvetî onun peşinden gitmek isteyince, o;

“Yûsuf ne oldun nedir derdin?” diye seslendi.

O zaman Yûsuf Halvetî bu sesi tanıdı ve başını kaldırıp baktığında onun kendi hocası Zâhid Efendi olduğunu anladı. Özürler dileyip ağladı. Hocası onun özrünü kabûl edip bir anda Şirvan'daki dergâhlarına döndüler.

Azrail'n Güzelliği

-Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra...

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.

-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:

-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:

-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:

-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!..

alıntıdır Bi Faydan Olduysa Ne Mutlu Bana

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu



> 1 <