Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Kullandığınız Sosyal Medyayı Seçin
Yeni Klasör 8 yıldır sizin için en güvenli hizmeti veriyor...

Teknoloji dünyasındaki son gelişmeler ve sürpriz hediyelerimiz için bizi takip edin.

Farzetki öLdün!

> 1 <

AyakizLeri

grup tuttuğum takım
Çavuş Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 177 ileti
Yer: Türkiyenin Cenneti RİZ€
İş: Herbişey
Kayıt: 13-06-2006 06:29

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
kırık link bildirimi Kırık Link Bildir! #71421 29-06-2006 08:55 GMT-1 saat    
Farzetki öldün sayalim,iste seni bekliyen aci gercekler! Aslinda farzetmek kelimesi cok yanlis kesin öleceksin ve bu sondan asla kurtulus yok! Ona göre son bIr kez daha düsün!

ÖLÜM ANIN

Düsün bir kere! Sen can çekismektesin. Ölümün sikin­tisi, acisi, sarhoslugu, gam ve istirabiyla bogusmaktasin. Ölüm melegi aya­gindan itibaren ruhunu çekmeye basla­mis. Bu çekisin acisini ayaginin ta ucundan hisset­mektesin. Sonra bu çekis araliksiz devam eder. Can çekisme kizisir. Ruh asagidan yukarya olmak üzere bütün bedeninden çekilir. Aci doruga ulasmistir. Ölümün sikintilari bütün be­denine yayilmistir. Kalbin, ürperti ve üzüntü içindedir. Rabbinden gazab veya hosnutluk müjdesini gözleyip bek­lemektedir. Canini al­makla görevli melekten bu iki haber­den birini almaktan baska bir ihtimal olmadigini an-lamissindir.

Ölüm Meleginin Görünüsü

işte sen böyle gam, tasa, ölüm acisi ve sid­detli üzüntü içerisinde Rabbinden iki müjde­den birini beklerken, birden bire ölüm meleği­nin çehresiyle yüz yüze gelirsin. Bu çehre ya en güzel veya en çirkin bir manzara arzetmektedir.

Bedeninden ruhunu çekip çikarmak üzere elini agzina dogru uzatirken ona bakiyorsun. Bu hâle düsmekten ve ölüm meleğinin yüzünü görmekten dolayi nefsin zillete bürünmüstür. Ondan nasil bir müjdeyle ansizin karsilasaca­gini merak edip duruyorsun. Birden bire onun sesini duyu­yorsun. Sana: “Allah’in riza ve mükâfatiyla sevin, ey Allah’in dostu!” veya “O’nun gazab ve azabiyla sevin (!) ey Allah’in düsmani!” haberini aliyorsun.

iste o anda ya kurtulus ve basarina kesin kanaat getirir ve ruhun Allah ile huzur bulur veya mahv ve helak oldu­guna kani olur, kalbin ümitsizlikle dolar, Allah’tan ümit ve emelin kopar. Dünyadaki müddetinin bittiği, iz ve eserinin silindiği ve senden önce geçip giden­lerin yurduna tasindigin o anda gönlüne son derece keder ve hüzün veya nese ve sevinç ha­kim olur.

Kabir ve Sorgusu

Gönlünün sevinç ve neseden uçar gibi oldu­gu veya hüzün ve ibretle dolduğu o anda ken­dini bir düsün! Kabri ve onun dehsetli man­zarasini, oradaki iki meleği ve Rabbine olan imana iliskin sorularini bir tasavvur et! Ya Rabbinden gelen kesin söz (Kelime-i sehadet) ile destek­lendiginden sebatli ve kararli veya yardimsiz, saskin ve ürkeksin. O iki meleğin sorgulamak üzere tutup seni oturt­mak için ça­girdiklari anki seslerini düsün! O daracik me­zar çukurunda oturusunu göz önüne getir. Ke­fenlerin iki yanina düsmüs, gözünün üzerine konulmus pamuklar yer­lerinden ayrilip ayagi­nin yanina kaymistir. Bunlari düsün, sonra da onlarin sekline ve vücutlarinin büyüklüğüne gö­zünü dikisini bir tahayyül et! Eğer onlari güzel sekilleriyle görürsen, kalbin basari ve kurtulusa erdigini kesin olarak anlar. Eger kö­tü manzaralariyla görürsen, gönlün mahv ve helakine kanaat getirir. Düsün onlarin nagme ve sorulariyla ses ve sözlerini; sonra da eğer sebat lütfetmisse Allah’in destegini veya seni yalniz basina yardimsiz terketmisse sa­sirt­masini!



Kabrin Cennet ve Cehenneme Açilmasi

Ya kesin veya saskin ve süpheli cevabini düsün! sani yüce Allah sana sebat ihsan et­misse o iki meleğin sevinçle sana yöneldikle­rini, Cehenneme kapi açmak için ayakla­riyla kabrin yanlarina vurduklarini bir düsün! Son­ra Ce­hennemin, atesiyle kizisip kaynayisini, o anda meleklerin seninle olan konusmalarini göz önüne getir. Cenab-i Hakk’in seni korudu­gu bu manzaraya bakip duruyorsun. Bundan dolayi gönlünün nese ve sevinci bir kat daha artar. Acz ve zaafina ragmen nasil bir atesten kurtuldugunu gözle­rinle görüp inanirsın.

Sonra o iki meleğin, ayaklariyla kabrinin yanlarina ye­niden vurduklarini, mezarinin, ziynet ve nimetleriyle Cen­nete açilisini ve meleklerin su sözlerini bir tahayyül et: “Ey Allah’in kulu! Cenab-i Hakk’in senin için hazirladiklarina bak! Bu senin makamin ve ka­vusacak yerindir!” Bu Cennet nimetlerini ve saltanatinin gözaliciligini ve bu müsahede et­tigin nimetlerle parlak güzelliklere bir gün ka­vusacagini görmekten gönlünün sevinç ve ne­sesini düsün!

Eğer böyle degilsen, bütün bunlarin tersini; azarlani­sini, Cenneti görüp de meleklerin sana söyleyecekleri, “Aziz ve Celil olan Allah’in seni mahrum biraktigina bak!”; Cehhenemi gö­rüp de sana yöneltecekleri, “Allah’in senin için hazirladiklarina bak! Bu senin yurdun ve vara­cak ye­rindir!” seklindeki sözlerini düsün! Bu ne büyük tehlike!

Bu iki hâlden hangisinin kabirde senin hâlin olacagini ögreninceye kadar, dünyada sana ne büyük gam ve üzüntü vardir! Sonra yokluk ve pesinden de imtihan! Nihayet ek­lemlerin par­çalanacak, kemiklerin mahvolacak, vücudun da çürüyüp dagilacak. Fakat, ölüm meleginin verdigi müj­denin hüzün veya sevinci ruhundan hiç geçmeyecek. Ca­nin, sürekli olarak yeniden dirilis aninda karsilasacagi Al­lah’in gazab ve azabinin veya O’nun riza ve mükâfatinin bek­leyisi içinde bulunacaktir.

Sen bunu bekleyip dururken ruhun Cen­netteki maka­mina veya Cehennemdeki yerine arzedilecektir. Ruhunun hasret ve üzüntüleri ya da nese ve sevinci ne büyük olacak! Niha­yet ölülerin bekleme süresi tamamlanacak. Yer ve gök, sakinlerinden bos kalacak. Hepsi bir zamanlar canli ve ha­reketliyken sönüp kala­caklar. Artik ne duyulan bir ses, ne de görülen bir kararti vardir. Sadece O En Yüce Cebbar olan Allah Tealâ kalmistir. Tipki azamet ve yüceligiyle tek ve yalniz olarak ezelde oldugu gibi!

KIYAMET VE HASiR

Hz. israfil’in Seslenisi

Sonra ruhun, sen de dahil bütün yaratiklarin Allah’in huzuruna zillet ve küçüklük içerisinde toplanmasi için bir dellalin seslenisiyle ansi­zin irkilecektir.

Bu sesin kulak ve aklin üzerinde nasıi bir etki yapacagini düsün! En Yüce Sultana arzedilmeye çagirildigini ak­linla anlarsin. Bu ses­ten dolayi yüreğin yerinden firlamis ve saçla­rin agarmistir. Çünkü bu bir tek çigliktir ve celal ve ikram, azamet ve kibriya sahibi Al­lah’in huzuruna toplan­maya çagirmaktadir. Sen bu sesten dolayi ürperti içindey­ken ansizin basucundan topragin yarilisini duyarsın. Meza­rinin topraginla tepeden tirnaga tozlar içinde siçrayip ayaklarin üzerine kalkarsin. Gözlerin sesin geldigi tarafa dikilmistir. Se­ninle birlikte bütün yaratiklar, içerisinde uzun süre bela ve imtihan gördükleri yerin toz ve topragina bu­lanmis olarak öyle bir kalkisla kal­karlar ki!.. Sen ve onlarin hep birlikte korku ve dehsetle ayaklanisinizi bir düsün!

Mahsere Sevk

Mahlukatin kalabaligi çerisinde korku, üzü ntü, gam ve kederinle yalniz basina çip­laklik ve zilletini göz önüne getir! Herkes çip­lak, yalinayak, suskun; zillet, meskenet, korku ve dehset içindedir. Onlarin ayak seslerinden ve israfil’in çagrisi­nin yankisindan baska bir sey duyamazsin. Senin de içinde bulunduğun mahlukat ona doğru yönelmis ve sesin geldiği tarafa yürümektedirler. Heybet ve zillet içeri­sinde kosmak­tasin. Mahser yerine vardiginda, çiplak ve yalinayak cin ve insanlardan bütün ümmetler kalabaliklasir.

Yeryüzü hükümdarlarindan saltanatlari çe­kilip alinmis, kendilerini zillet ve küçüklük bürümüstür. Dünyada Allah’ın kullarina karsi isledikleri zulüm ve zorbaliktan sonra artik yaradilis ve deger bakimindan mahser ehlinin en asagilik ve en küçükleridir.

Sonra yaratiklardan ürküp yalniz baslarina yasarlarken vahsi hayvanlar, tâbi tutulduklari bir imtihan veya isledik­leri bir günahtan dola­yi degil; sadece Kiyamet gününün verdigi zil­letten baslari önlerine egik olarak çöllerden ve daglarin tepelerinden yönelip gelirler. siddet, cüret ve kud­retlerine ragmen yirtici hayvanla­rin bile o büyük günde, Kiyamet ve Allah’in huzuruna arz ani için boyunlarini bük­müi ola­rak ve zillet içerisinde geliilerini düiün! Niha­yet o vahsiler, yaratiklarin arkasindan gelip Cebbar ve gerçek Melik olan Allah’in huzu­runda, zillet, meskenet ve inkisar içerisinde du­rurlar.

seytanlar da azginlik, isyan ve inatlarindan sonra Yüce Allah’in huzuruna arzedilmenin zilletiyle boyun egmis ola­rak gelirler. Uzun bir imtihandan sonra, yaratilis ve tabiat­lari farkli farkli oldugu ve birbirlerinden ürküp kaçtiklari hâlde hepsini bir arada toplayan Al­lah’in sani ne yücedir! Yeniden dirilis hepsi­ne boyun egdirmis ve mahsere sevk, onlari ayni yerde toplamiştir.

Göklerin Yarilmasi

insan, cin, seytan, vahsi ve yirtici hay­vanlar, davar ve sigir gibi evcil hayvanlar ve hasereleriyle bütün yeryüzü ahalisinin sayisi tamamlanip arz ve hesab duraginda hepsi yerle­rini alinca, üstlerinden gögün yildizlari saçilir, günes ve ayin isigi giderilir, kandil ve nuru­nun sönmesiyle yeryüzü karanliga bürünür.

Senin de içinde bulunduğun yaratiklar bu vaziyettey­ken, üstlerinden dünya semasi çatir­damaya ve onca bü­yüklügüyle tepelerinde dönmeye baslar. Sen de bu tehlikeli manzarayi gözlerinle izlersin. Sonra dünya semasi besyüz senelik kalinligina ragmen yarilir. Onun parçalanisi senin kulağinda ne korkunç bir ses yapar! Sonra Kiyamet günü­nün azamet ve deh­setinden yirtilip paramparça olur. Par­çalanip yarilan gökleri kusatan melekler, o göklerin etra­finda ayakta dururlar. Onca büyüklüğüyle gögün parçalanis dehsetini ne zannediyorsun? Rabbi, onu Kiyametin dehse­tiyle eritip içine sarilik karisan eriyik gümüs hâline getirir. Tipki Celîl ve büyük olan Allah’in buyurduğu gibi: “Gök yarilip da, kizarmis yag renginde gül gibi” olur (Rahman Sûresi: 37) veya: “O gün gökyüzü erimis maden gibi olur. Daglar da atilmid yüne döner.” (Mearic Sûresi: 8-9).

(Müfessirler derler ki: Âyette geçen “el-Mühl” içine sarilik karismis eri­yik gümüstür. “el-Ihn” ise, atilmis renkli yündür. “Verdeten keddihan” ifadesi ise, kirmizi atin rengi demektir.)

Meleklerin inisi

Dünya semasinin melekleri o semanin ke­narlarinda iken, birden bire Cenab-i Hakk’a arz ve hesap için yeryü­zündeki mahser yerine inerler. O melekler, muazzam bü­yüklükleri, Allah katindaki değerleri ve kendisine sunul­mak ve huzurunda hesaba çekilmek üzere ken­dilerini zillet ve meskenetle toplu hâlde indiren Yüce Sultan’i takdis ile yük­selen sesleriyle gö­gün iki tarafindan yeryüzüne dogru hizla iner­ler. Muazzam kiymetleri, dev cisimleri, deh­setli sesleri ve siddetli korkulariyla, Aziz ve Celil olan Allah’a arzedilmenin zilletinden bo­yunlari bükük bir biçimde bu­lutlarin arasindan inislerini bir tahayyül et!

Nitekim Yahya bin Ğaylan el-Eslemî bana demistir ki: “Rusdeyn bin Said’in, Ebü’s-Semh’ten, onun da Ebû Kabîl’den onun da Abdul­lah bin Amr bin el-Âs’tan naklettigine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurmustur: “Al­lah’in bir me­legi vardir. iki göz pinarlari ile göz kuyrugu arasi yüz senelik yürüyüs mesafesi kadardir.” Yine Yahya bin Ğaylan el-Eslemî bana demistir ki: “Rusdeyn bin Said, ibn Abbas bin Meymun el-Lahmî, onun da Ebû Kabîl, onun da Abdullah bin Amr bin el-Âs’tan naklettigine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurmustur: “Allah’in bir melegi var­dir. iki kasinin arasi yüz sene kadardir.”

inen meleklerin kendileri için geldiklerini düsünen mahlukat onlara söyle sorduklarinda senin de korkun ne yaman olur: “Rabbimiz aranizda mi?” Melekler onlarin bu sorusundan ve Sultanlarini (Allah) aralarinda bulunmaktan tenzih ederek ürperirler ve yeryüzü ahalisinin bu düsünce­lerinden Allah’i tenzih için yüksek sesle söyle nida ederler: “Hasa! Rabbimizi tenzih ederiz. O aramizda degildir. O gele­cektir.” Nihayet, o günün verdigi eziklikten dolayi bas­lari önlerine egik bir vaziyette, mahlukati kusatarak saflar hâlinde yerlerini alir­lar. Onca azametli yaratilislari içerisinde ka­natlarina bürünmüs, Rablerine zillet, mahviyet ve saygi ile baslarini önlerine egmis vaziyet­teki hâllerini düsün! Sonra her sey ayni bi­çimde ve yedinci kat semaya varin­caya kadar bütün gök halki sayilan ve büyüklükleri katla­narak iner. Her bir gögün ahalisi yaratiklarin etrafinda ayri bir saf tutar.



Mahserin Hararet ve Sikintisi

Nihayet bütün yedi gök ve yedi yer ahalisi mahserdeki yerlerini tam olarak alinca güne­se on yillik hararet giydirilir ve yaratiklarin tepelerine bir veya iki yay kadar yaklastirilir. Rabbû’l-Alemînîn arsinin gölgesinden baska hiç kimsenin gölgesi bulunmaz. Arsin gölge­sinde serinlenenler ve güne­sin hararetiyle kav­rulanlar vardir. Günes, altindakileri hara­retiy­le kizdirir. Hararetten onlarin keder ve endise­leri sid­detlenir. Sonra ümmetler dalgalanmaya ve itisip kakismaya baslar. Birbirlerini sikis­tirir ve ayaklari gider gelir.

Susuzluktan boyunlari kopacak gibi olur. Günesin sicakligi, mahlukatin nefesleri ve izdihamin verdigi hararet birbirine eklenir. Bu­nun üzerine onlardan öyle bir ter akar ki, yeryü­züne yayilir. Sonra da amellerinin derecesine ve Allah katindaki saadet ve sekavet durumla­rina göre vücudlarini kaplar. Öyle ki ter, bazi­larinin topuklarina, ba­zilarinin göbegine, bazi­larinin kulak memelerine kadar yük­selir. Bazi­lari da neredeyse teri içerisinde kaybolacak hâle gelir. Ter kimisinin göbegine kadar çikar.

Umeyr bin Said der ki: “Ben ibn Amr ve Ebû Said el-Hudrî’nin yaninda oturuyordum. Cuma günüydü. Birisi ötekine dedi ki: “Ben Resûlullah (s.a.v.)’i söyle buyururken dinledim: ‘Kiya­met günü ter insanoglunun neresine kadar va­rir?’ Orada bulunanlandan birisi: ‘Kulak me­melerine kadar’ bir digeri: ‘Agzina kadar’ de­di. ibn Ömer (r.a.): (Ku­lak memesinden agiza dogru eliyle bir hat çizerek) ikisinin de esit ol­duğunu görüyorum” dedi.

Hayseme, Abdullah’in söyle dediğini bil­dirdi: “Kiyamet günü yeryüzünün hepsi âdeta ates kesilir. Ötesinde ise Cennet bulunur. in­sanlar, onun hurilerini ve kadehlerini görürler. Abdullah’in cani, kudretinin elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, kendisine hesap do­kunmadigi hâlde bir kisi o kadar ter döker ki, döktügü ter kendi boyunca yeryü­züne yayilir. Sonra bu ter burnuna kadar yükselir.” Abdul­la­h’a sordular: “Bu neden ileri gelir ya Eba Ab-durrahman?” Abdullah: “insanlarin çektigi si­kintiyi görme­sinden” cevabini verdi.

ibn Ömer (r.a.)’den, Resûlullah (s.a.v.)’in söy­le buyurdugu nakledildi: “Kişi (bir defa da ‘kâfir’ dedi) Kiyamet günü, durusmanin uzun­lugundan dolayi kulaklarinin ortasina kadar ter sizintisinin denizi içerisinde ayakta diki­lir.” Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’den naklen Ab­dullah’in söyle dedigi rivayet edilmistir: “O günün uzunca bekleyisinden, Kiyamet günü ter, kâfiri agzinin hizasindan gemleyecek de­recede kaplar (Ali, beklemenin uzamasindan’ dedi.) Öyle ki, ‘Ya Rabbi! ateşe göndermek bi­le olsa beni rahatlat’ diye yalva­rir.”

Hiç şüphesiz sen de onlardan birisin. Kede­rinle basbasa kalmis, ter kaplamis ve gam bürümüs, siddetli ter, korku ve ürküntüden ne­fesin daralip bunalmis bir hâlde kendini dü­sün! insanlar da seninle birlikte saadet veya mutsuzluk yurduna gönderecek hükmün veril­mesini bek­lerler.

Herkes Caninin Derdine Düser

Nihayet, senin ve diger yaratiklarin mesak­kati doruga ulasir. Konusmadan ve isle­rine bakilmadan uzun uzun beklerler. Üç yüz sene hiç ko­nusmadan, bir lokma yemek yemeden, bir yudum su iç­meden, yüzlerine bir tek hos esinti ve serin meltem değme­den, bu bekleyis ve ayakta dikilisten dogan çekilmez ve katla­nilmaz derecedeki yorgunlugu giderici bir an bile isti­rahat etmeden beklemelerini ne zan­nedersin?

Katade veya Ka’b’den rivayet edilmistir ki: “O gün in­sanlar, âlemlerin Rabbinin huzu­runda duracaklar” (el-Mutaffifîn Sûresi: 6) âyetini okudu ve su açiklamayi yapti: ‘Üç yüz sene kadar duracaklar.” Yine o, Hasan-i Basrî’den söyle duyduğunu söyledi: “Uzunlugu elli bin sene olan bir zaman, ayaklarinin üze­rinde Azîz ve Celîl olan Allah’in huzu­runda ayakta dikilen insanlarin hâlini ne zanneder­sin?! Onlar orada ne bir sey yemisler ve ne de bir sey içmislerdir. Öyle ki susuzluktan boyunlari incelmis. Açliktan içleri yan­mis. Bu onlari atese sevk etmis de sicagi yaklasmis ve esin­tisi siddetlenmis, yaklasan kizgin bir pinardan sulanmislar­dir.

Peygamberlere Müracaat

Onlarin mesakkat ve bitkinligi takat geti­remeyecekleri bir dereceye varinca, onlar, Mevlâ’nin yaninda degerli olan ve kendilerine o hâl ve durumlarinda rahat etmeleri için sefa­at edecek kimseleri aramak üzere birbirleriyle konusur­lar. Bu durumdan kurtulup Cennete veya Cehenneme sevkedilmelerini isterler.

Önce Âdem ve Nuh’a, sonra ibrahim’e, ib­rahim’den sonra da Musa ve isa’ya basvurup yardim isterler. Hepsi de onlara söyle derler: “Rabbimiz bugün öyle bir gazaba gel­mistir ki, böylesine ne bugünden önce gazaplanmis, ne de bundan sonra bu kadar gazaplanir.” Hepsi de bu sekilde kudret ve celal sahibi Rablerinin gazabinin siddetini ifade eder ve kendi kendi­leriyle mesgul olduklarini söyle dile getirirler: “Nefsî, nefsî! (kendi canim, kendi canim!)” Bizzat kendi canlarinin derdiyle mesguliyet, kendi dertleri ve kur­tulus kaygilari onlari se­faat için Rablerine basvurmaktan alikoyar. Aziz ve Celil olan Allah söyle buyuruyor: “O gün herkes gelip kendi canini kurtarmak için ugrasir...” (Nahl Sûresi: 111) Yaratiklardan hiçbirini düsünmez.

Yaratiklar topluca çagrisirlarken, herbiri caninin der­dine düsüs “Nefsî nefsî!” diye ba­girirken seslerini bir tahayyül et! “Nefsî, nef­sî” sözünden baska bir sey duyamaz­sin. O gün ne korkunç bir gündür! Sen de onlarla bir­likte sadece kendini düsündügünü ve Rabbinin azab ve ceza­sindan kurtulmaya çalistigini haykirirsin.

Allah katindaki degerlerine ve yüksek ma­kamlarina rag­men Âdem Safiyullah, ibrahim Halilullah, Musa Kelimullah, isa Ruhullah ve Kelimetullah’tan herbirinin Rabbinin siddetli gazabindan korkarak: “Nefsî nefsî!” diye ses­lendigi bir günü ne zannedersin?! O günkü korkun, tela­sin, üzüntün ve endisenle kendini onlarla mukayese edebi­lirmisin?

Büyük sefaat

Nihayet, mahlukat onlarin kendi canlarinin derdine düstügünü görerek sefaatlerinden ümit kesince Hz. Mu­hammed (s.a.v.)’e gelirler. Rableri nezdinde sefaat etmesini dilerler. O da kendilerine bu konuda müsbet cevap verir. Sonra Aziz ve Celil olan Rabbinin huzuruna çi­karak izin ister. Kendisine izin verilir. Sonra Rabbi için secdeye kapa­nir. Sonra O’na layik sekilde hamd ve senalar eder. Bütün bunlar se­nin ve tüm mahlukatin duyacagi sekilde cere­yan eder. Nihayet Rabbi, onlarin biran evvel huzura arzedilmesi ve islerine bakilmasi konusundaki dilegini kabul eder.

En Büyük Mahkeme

Sen, diger yaratiklarla birlikte Kiyametin karanlik ve siddetli sikintisi içerisinde karar faslini ve nimet veya hüzün yurduna girmeyi bekleyip gözlerken birden bire Arsin nuru yükselir. Yeryüzü Rabbinin nuruyla parlar. Kalbin Cebbar olan Allah’in hükmetmeye basla­yacagina kesin olarak inanir. Ona arzedilme siran gelmistir. Öyle ki senden baska kimse­nin arzedilmedigini ve senden baska kimsenin isine bakil­madigini sanirsin.

Hamîd bin Hilal’in söyle dedigi bildi­rilmistir: “Bize an­latildi ki: Kiyamet günü bir kisi Hesab’a çagrilarak: ‘Ey fa­lan oglu falan hesaba gel!’ denilir. Hatta o zanneder ki, ‘he­saba getirilenlerden benden baskasi kast edil­miyor.’

Cehennemin Kükreyisi

Sonra Yüce Allah: ‘Ey Cebrail, bana Ce­hennemi getir!’ buyurur. Cebrail yanina varip, ‘Ey Ce­hennem, gel!’ dedigi zaman Cehennemi bir dü­sün! Allah’in baska bir varlik yaratip da ken­disini onunla azaplandiracagi korkusuyla isti-rabini ve titremesini bir tahayyül et! Çalkalanip costugu ve parlayip yaratiklara uzak yerinden baktigi ve onlara dogru iç çekip kükredigi ani bir düsün! Allah’in emrine muhalefet edip asi olanlara karsi Rabbinin gazabindan dolayi gazablanarak mahlukatin üzerine hücum ederken bekçilerini sürükleyisini düsün! iç çekis ve kükreyis sesini, dalgalar hâlinde birbiri ar­kasindan gelen o homurtulari düsün! Kulagin o ugultularla dolmudtur. Korku ve heybetten yü­regin ağızina varmis ve uçacak hâle gelmistir. Yaratiklar onun kendilerine dogru kükreyisin­den siddetle kaçarlar.

iste o gün, çagrisma ve karsilikli feryat günüdür. Ce­hennem sesinin yankilarini duyunca arkalarini dönüp ka­çarlar ve birbiri ar­kasina, Cehennemin etrafina, dizüstü çökmüs vaziyette dökülürler ve gözlerinden yaslar bo­sanir.

Zalimlerin Feryadi

Cehennemin iç çekis ve kükreyisi es­nasinda mahluka­tin birbirine karisan aglama sesini bir düsün! Zalimler feryat ve figan ede­rek yok olup gitmeyi dilerler. Her bir seçkin, siddik, sehid, kisaca bütün halk: “Nefsî, nefsî!” diye bagirir. Düsün bir kere: Mahlukatin peygamberlere çagiran sesle­rini! Onlardan her kul: “Nefsî, nefsî!” diye seslenir. Sen de ayni seyi söylersin. Sen de mahlukatla birlikte sid­detli tehli­keler ve yürek ürperten korkular içerisindeyken, bir de ba­karsın ki Cehennem ikinci bir kez haykirmistir.

Senin ve onlarin korku ve endisesi bir kat daha artar. Arkasindan üçüncü bir kez kükrer. Yaratiklar pespese yü­züstü dökülürler. Gözle­ri belerir ve atesin kendilerini kapip götürme korkusuyla göz ucuyla gizli gizli bakarlar. O zaman zalimlerin yürekleri hoplar ve girtlakla­rina dayanir da yut­kundukça yutkunurlar. Yutkunuslari bogazlarinda dügümlenir. Akilar uçar, iyi ve kötü bütün insanlarin akillari sasar. Hiçbir peygamber ve seçkin hiçbir salih kul kalmaz ki bundan dolayi akli sasmasin.

Peygamberlerin Korkusu

O anda Aziz ve Celil olan Allah, yolunun davetçileri ve kullarina karsi delilleri olduklari için mahlukatin en degerli­leri ve kendisine en yakinlari olan peygamberlere yönele­rek, kend­ilerini kullarina ne ile gönderdiğini ve kullari­nin kendilerine ne cevap verdiğini sorarak bu­yurur: “Size ne cevap verildi?” Onlar da düsü­nüp hatirlayan degil sasirip unutan akillariyla: “Hiçbir bilgimiz yok. süphesiz ki gaybleri bilen yalniz sensin!” (Maide Sûresi: 109)

Bu ne büyük korku ki, Allah’a olan yakin­liklari ve ka­tindaki değerlerine rağmen pey­gamberlerde öyle bir nok­taya varmis ki akilla­rini sasirtmis da, ümmetlerinin kendile­rine ne cevap verdigini dahi bilemez hâle ge­tirmistir!

Ebü’l-Hasan ed-Dimeskî’nin söyle dedigi rivayet edil­mistir: “Ebû Kurre el-Ezdî’ye de­dim ki: ‘insanlarin kalbi Ki­yamet gününün dehsetli hâllerine nasil dayanir?” Dedi ki: “Onlar yeniden diriltildiğinde buna güç yetirecek bir ya­pida yaratilirlar.” Ebü’l-Hasan dedi ki: “ishak bin Halef’e Yüce Allah’in peygamberlerine söyledigi: ‘Size ne cevap verildi? (so­rusuna) onlarin: Bilmiyoruz’ (Maide: 109) sö­zünü sordum ve onlar dünyada kendilerine ne cevap veril­digini bilmiyorlar mi?’ dedim. Dedi ki: “Kendilerine bu soru yöneltildiğinde duy­duklari heybetin büyüklüğünden akillari sasar ve dünyada kendilerine ne cevap verildiğini bilemez­ler. Dolayisiyla doğru söylüyorlar. Ni­hayet kendilerine ge­lirler ve dünyada kendile­rine nasil cevap verildigini hatir­larlar.”

Ebû’l-Hasan “Bu cevabı Ebû Süleyman’a naklettim. O: ‘ishak dogru söylemis. Pey­gamberler o andaki sözlerinde dogrudurlar. Ni­hayet kendilerine gelince, kendilerine ne cevap verildigini hatirlarlar.” dedi. Ebû Süleyman de­di ki: “Birinin, arkadasina: ‘Benimle senin aran­da Sirat vardir’ de­diğini duydugunda bil ki o Sirati tanimiyor. Eger tanisaydi, Siratta bir kimseye takilmayi veya birinin kendisine ta­kil­masini istemezdi.”

Kiyametin Manzarasi ve Tekvîr Sûresi

“Allah’in, peygamberleri toplayip da: ‘Size ne cevap ve­rildi?’ dediği gün...” (Maide: 109) âyeti hakkinda Mücahid’in söyle dedigi nakle­dildi: “Onlar korkarlar ve: ‘Bizim hiçbir bilgi­miz yok’ derler.” Yine “O gün her ümmeti diz çökmüs görürsün” (Casiye: 28) ayeti hakkinda söyle dedigi bildirildi: “Yani, diz üstü sürüne­rek...” Mücahid de­vamla sunları söyledi: “Ab­dullah’in söyle dedigini duydum: ‘Hz. Pey­gamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Sizi mahserde Ce­hen­nemin korkusundan diz çökmüs olarak görür gibiyim.” Yine Mücahid dedi ki: “Ab­dullah bin Ömer (r.a.)’in söyle dedigini isit­tim: ‘Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurdu: ‘Kıiyamet gü­nünün manzarasina bakmak isteyen, “Günes katlanıp dü­rüldüğünde...” (Tekvîr Su­resi: 1) suresini okusun.” Amr bin Zerr’in şöy­le dediği bildirildi: “Sabahleyin hayir aramak üzere çikan kisi, hayir bulur. Gözlerinizin yasarmamasini ve kalblerinizin katiligini bana mi yüklüyorsunuz? Eğer bu­gün size Allah’ın Kitabindan bir ögüt dinletmezsem, o za­man suçu bana yükleyin.” Sonra şu âyet-i kerîmele­ri okudu: “Günes katlanip dürüldügünde, yil­dizlar (kararip) döküldügünde, daglar (salla­nip) yürütüldügünde...” (Tekvîr Sûresi: 1-3) tâ “...Kisi neler getirdigini anlamis olacaktir” (Tekvîr Sûresi: 14) ayetine veya surenin sonu­na varincaya kadar... Sonra söyle devam etti: Beni dinleyiniz! O bekle­yiste onlar arasinda senin hâlin ne olacak?! Onlarin maruz kaldigi korku ve dehsete; hatta kalbin güç yetiremeyecek, vücudun kaldiramayacak kadar büyü­güne senin de maruz kalacagini biliyor mu­sun? iste görüyorsun, o durakta pey­gamber­lerin bile akillari sasmis. Sen ise, âsi, günah­kâr ve Rabbinin hoslanmadigi islere devam edip dururken aklin ne hâle gelir ve hâlin nice olur?

En Yakin Akrabalar Bile Birbirinden Kaçar

O korku, dehset, titreme, yalnizlik ve sas­kinliktan do­layi evlat, baba, kardes, es ve ak­rabalarin senden kaçtiklari, senin de hepsinden kaçtigin o ani düsün! Nasil da birbiri­nizi yüz üstü ve yardimsiz birakirsiniz! Eger o günün büyük korkusu olmasaydi, annenden, ba­bandan, esinden, ço­cuklarindan ve kardesin­den kaçman mertlik ve vefakârlik sayilmazdi. Fakat tehlike büyüktür, korku siddetlidir. Bu yüzden ne sen onlardan kaçtigindan dolayi ki­nanirsin ne de onlar kinanirlar.

Neden diğer insanlardan değil de özellikle bunlardan kaçıyorsun? Onlara kızdığından do­layı mı? Nasıl onlara kızarsın veya onlar sana kızarlar ki? Öyleyse neden özellikle onlardan kaçıyorsun? Kızdığından mı? Oysa onlar, dün­yada iken candaşların, gözünün nurları ve gönlünün sü­rurlarıydılar. Fakat onlardan birinin sende bir hakkı bulu­nup da yakana yapışa­rak Aziz ve Celil olan Rabbinin huzu­runda se­ninle hesaplaşmasından korkarsın. Sonra belki de davayı kazanır da, kurtuluş ümidin olan iyiliklerinden ken­disine verilir. Böylece sevap­larından ayrılır ve bu yüzden de Cehenneme girersin.

Cehennemden Bir Boyun Uzanir

Sen bu hâlde iken, birden Cehennemden bir boyun çi­kip yükselir ve açik bir dil ile, ya­ratiklar içerisinden hesapsiz olarak yakalamak­la görevlendirildiği kimseleri haykirir. Sonra bu boyun yönelip gelir ve kusun yem taneleri­ni top­ladigi gibi onlari toplar, üzerlerine ka­panarak atese atar ve ates de onlari yutar. Sonra onlarla birlikte Cehennemin içinde giz­lenir.

iste onlara bu yapilacak. Sonra bir münadî söyle sesle­nir: “Mahser ahalisi, kimin ikrama layik oldugunu görecektir. Her hâl ve durumda Allah’a hamdedenler ayaga kalksin!” Onlar ayaga kalkarak Cennete dogru segirtirler.

Hesapsiz Cennete Girenler

Sonra geceleyin kalkip ibadet edenlere de ayni sey ya­pilir. Sonra, dünyanin ticaret ve alisverisi kendilerini Mev­la’yi anmaktan alikoymayanlara da böyle yapilir. Nihayet Cen­netlik ve Cehennemliklerden bu gruplar (he­sapsiz ola­rak) girecekleri yere girdikten sonra, amel sahifeleri uçusur, insanlarin sag veya sol ellerine düser ve mizanlar kurulur. Onca bü­yüklügüyle kurulmus mizani düsün! Kalbin ürperti içerisinde defterinin sagina mi yoksa soluna mi, düsecegini beklerken, defterlerin uçusmasini bir tasavvur et!



Üç Yerde Kimse Kimseyi Hatirlamaz

Hasan-i Basrî’nin söyle dedigi rivayet edil­mistir: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in basi Hz. Aise (r.a.)’nin kucagindaydi. Derken uykuya daldi. Hz. Aise (r.a.) Âhireti hatirlayarak agladi. Gö­zünden akan yaslar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mü­barek yanaklari üzerine damladi. Resûlullah (s.a.v.) bu göz­yaslariyla uyandi. Basini kal­dirdi ve: (‘Niye agliyorsun, ey Aise?’) diye sor­du. Hz. Aise: (‘Ey Allah’in Resulü, Âhireti ha­tirladim da... Acaba Kiyamet günü yakinlari­nizi hatirlar misiniz?’) dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurdu: ‘Canim kudretinin elinde bulunan Allah’a yemin ede­rim ki, su üç yerde kisi kendisinden baska hiç kimseyi hatirlamaz: Teraziler kurulup insanla­rin amelleri tartildigi zaman iyilik kefesinin hafif mi, yoksa agir mi geldigini öğgreninceye kadar. Amel sahifeleri dagitildigi zaman, sag elinden mi, yoksa sol elinden mi verildiğini bilinceye ka­dar. Bir de Sirat yaninda.”

Enes bin Malik’ten rivayet edilmistir: “Ki­yamet günü in­sanoğlu getirilip mizanın iki ke­fesi arasında durdurulur ve bir melek kendisi için görevlendirilir. Eğer terazisinin sevap ke­fesi agir basarsa, görevli melek bütün mahlukatin duya­cagi bir sesle söyle seslenir: (‘Falan oğlu falan bir daha ebe­diyen mutsuz olma­yacagi bir saadete ermistir!’)

Eğer, terazisinin sevap kefesi hafif gelirse, bu defa de aynı melek, bütün mahlukatın isiteceği bir sesle şöyle sesle­nir: (‘Falan oglu falan, bir daha hiç mutlu olmayacak bir sekavete ugra­mistir!’) iste sen yaratiklarla birlikte ayakta di­kilirken birden bire meleğe bakarsin ki, ona ze­banileri ge­tirmesi emredilmistir. Hemen elle­rinde demir tokmaklar ve üzerlerinde atesten el­biselerle gelirler. Sen onlari görünce korkarsin, dehset ve heybetten yüregin uçacak gibi olur.



Adin Okunur

Sen bu hâlde iken, birden bire yüksek sesle adın oku­nur. Gelmiş geçmiş bütün mah­lukatın huzurunda isminle şöyle çağırılırsın:

“Nerede falan oğlu falan?! Aziz ve Celil olan Allah’a tak­dim edilmeye gel!” Zaten melekler seni almak için görev­lendirilmiş. Nihayet seni Rabbine yaklaştırırlar. Söz konusu çağrıyla is­tenenin sen olduğunu bildikleri için isim ben­zerli­ğinin bulunması kendilerini şaşırtmaz.

Talha bin Amr bize haber verdi ki: Bana İbn Ebî Rabah şöyle dedi: Ey Talha! Senin is­min ve benim ismim gibi kim bilir ne kadar çok isim vardır?! Kıyamet günü: “Ey falan!” dendiğinde hemen kastedilen kişi kalkar. Baş­kası kalkmaz. Çünkü kalbine sen olduğuna da­ir bilgi doğmuş­tur. Hemen ayağa fırlarsın. Bü­tün vücudun titrer. Organla­rın çırpınır. Rengin uçar. Korkan, ürken ve titreyen yüreğin göğsü­ne küt küt vurur. Seni almakla görevli melekle­ri gö­rünce, seni müthiş bir ıstırap, titreme ve korku tutar. Kullar içerisinde çağrılanın sen­den başkası olmadığını çok iyi bilir­sin. Me­lekler ellerini sana uzatır, seni kıskıvrak yaka­larlar. Sonra uysal hayvanların çekilmesi gibi seni çeker götürür­ler. Aziz ve Celil olan Al­lah’a arzedilmek ve O’nun huzu­runda durup dikilmek üzere sürükleyerek safların arasından geçirirler. Sen aralarından Rabbine doğru çeki­lip götürülür­ken bütün yaratıklar, gözlerini sa­na dikmişlerdir.

Ulu Divan

Kalbin titreyerek, ıstırap ve ürpertiyle hu­zurda durdu­ğun anı bir düşün! Seni yaka­ladıkları zaman elleriyle pazularını tutuşlarını ve o anda avuçlarının sertliğini bir düşün! El­leriyle kıskıvrak yakalanışını ve safların ara­sından geçirilişini bir düşün! Kalbin uçar, gönlün yerinden fırlar gibidir. Yine ellerinde bulunuşunu, bu şekilde seni Rahman olan Al­lah’ın arşına kadar götürerek, ellerinden fırla­tışlarını ve Allah’ın ulu kelamiyle seni çağır­masını bir düşün! “Ey Âdem oğlu, yaklaş ba­na!” Nurunun içine kaybolmuşsun. Çırpınan, hüzünlü, ürperen ve korku dolu bir gönül; en­dişeli, korkulu ve kırık bir göz; uçmuş bir renk ve titreyen mustarib organlarla tıpkı an­nesinin yeni doğurduğu küçük yavru gibi, Aziz, Celil, Kebîr ve Kerîm olan Rabbinin huzurunda durursun.

Amel Sayfası

Elinde, işlediğin hiçbir günahı ve giz­lediğin hiçbir sırrı bırakmayıp hepsini içeren yazılı bir sayfa titremektedir. Sen içindekileri yorgun bir dil, geçersiz bir delil ve kırık bir gönül ile okursun. Hâlâ sana ihsanda bulunan ve kusurlarını ört­meye devam eden Mevlâ’dan utanç ve korkun acaba ne derecededir?!

İşlediğin çirkin fiillerinden ve büyük günahlarından seni sorguya çektiği zaman ne dille cevap verirsin? Yarın O’nun huzurunda hangi ayakla durursun? Hangi gözle O’na ba­karsın? Hangi yürekle O’nun ulu ve yüce söz­lerine, sorgu­lama ve azarlamasına dayanabilir­sin? Küçücük vücudunla, titreyen organlarınla ve çarpıntılı yüreğinle kendini bir tahayyül et! Günahlarını hatırlatıp kötülüklerini ortaya dö­ken ve seni durdurup gizlediklerini bir bir itiraf ettiren ke­lamını işitmektesin. Bu hâldeki duru­munu ve binbir tehli­kenin seni çepeçevre sarı­şını bir tasavvur et! Kim bilir kaç günahı unutmuşsundur ki Allah onları sana hatırlat­mıştır!

Sakladığın kaç gizli sır vardır ki, Allah hep­sini açıklayıp ortaya dökmüştür. Kim bilir nefsin isteklerine olan meylin ve gafletin se­bebiyle- ihlaslı yaptığını ve ifsad edici arıza­lardan uzak olduğunu zannettiğin nice amelin vardır ki, Allah hepsini geri çevirmiş ve boşa çıkarmıştır.

Son Pişmanlık

Oysa bunlara büyük bir ümit bağlamıştın. Rabbine itaat konusunda gösterdiğin ihmalden dolayı kalbinin ne büyük üzüntü ve pişmanlık­ları olur! Nihayet her günahı anmak ve her gizliyi ortaya dökmek sûretiyle, Allah seni tek­rar tekrar sorguya çektiği zaman sıkıntı seni oldukça yorar ve utancın doruk noktaya ulaşır. Çünkü karşındaki en Yüce Sultandır. O’ndan utanıldığı kadar hiç kimseden utanılmaz. Çün­kü O, benzeri olmayan Bakî, Evvel ve Ka­dîm’dir. İhsan sahibidir. Şefkatlidir. Merha­metlidir. Kerîm­dir. Cömertliğine nihayet yok­tur. Nimet, fazl ve kerem sa­hibidir.

İşte bu sıfatları taşıyan bir Zatın seni sor­gulamasını ne sanıyorsun?! Emrine olan muhalefetini, gösterdiğin saygı­sızlık ve ha­yasızlığı ve Kendisine kafa tutuşunu bütün açık­lığıyla ortaya dökmüştür. Dünyada emir­lerine karşı gelişini, sana olan nimetlerini önemsemeyişini ve azametini dü­şünmeyişini sana hatırlatmasını düşünebiliyor musun?

Nitekim şöyle der: “Ey kulum! Neden bana saygı göstermedin?! Neden benden utan­madın?! Sana olan ihsa­nımı hafife mi aldın? Yoksa sana iyilikte bulunmadım mı? Sana ni­met vermedim mi? Benim hakkımda seni alda­tan nedir? Gençliğini nerede yıprattın? Ömrünü nerede tüket­tin? Malını nereden kazandın ve nereye harcadın? İlminle ne derece amel ettin?”

Tercümansız Görüşme

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hiç­biriniz yoktur ki, âlemlerin Rabbi, arada hiç­bir perde ve tercüman bu­lunmaksızın kendi­sine soru sormasın.” Adî bin Hatim şöyle de­miştir: “Ben Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir konuş­masına şahid oldum. Şöyle buyuruyordu:

“Hiç şüphesiz her biriniz -arada engelleyici hiç­bir perde ve meramını ifade edecek hiçbir ter­cüman bulunmaksızın- Allah’ın huzurunda ayakta dikilicektir. Allah soracak: ‘Sana mal vermedim mi?’ Kul: ‘Evet verdin’ diyecek. Al­lah: ‘Sana elçi göndermedim mi?’ diye soracak. Kul: “Evet gönderdin’ diyecek. Sonra sa­ğına bakacak Cehennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Soluna bakacak, yine Ce­hennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Öyleyse, (dünyada sadaka olarak vereceği) bir hurma parçasıyla da olsa ateş­ten korunsun. Bunu bulamıyorsa, güzel bir sözle bunu yap­sın.”

Abdullah bin Mes’ud yeminle sözüne baş­layarak şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki, sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin dolunay ile başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın.”

Ey Âdemoğlu Niçin Aldandın?

Sonra Allah ona şöyle buyurur: “Ey Âdemoğlu! Benim hakkımda seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu! Bildiğinle ne amel ettin? Ey Âdemoğlu! Peygamberlere ne cevap verdin?” Yine Abdullah bin Mes’ud’dan rivayet edilmiştir ki, o sözüne yeminle başlayarak şöyle dedi: “Valla­hi, sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin gördü­ğü dolunay ile başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın. Sonra Allah ona şöyle bu­yu­rur: “Ey Âdemoğlu! Benim hakkımda seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu! Benim için ne amel işledin? Ey Âdemoğlu! Benden ne kadar haya ettin? Ey Âdemoğlu! Peygamberlere ne cevap verdin? Ey Âdemoğlu! Sana helâl olmayana ba­karken Ben gözlerinin üzerinde gözcü değil miydim? Sana helâl olmayan şeyleri dinlerken Ben, kulakların üzerinde kontrolcü değil miy­dim? Ey Âdemoğlu! Sana helâl olmayan şeyle­ri söylerken Ben, dilin üzerinde murakıp değil miy­dim? Sen ellerinle helâl olmayan şeyleri tutarken Ben, on­ların üzerinde gözcü değil miydim? Ayaklarınla sana helâl olmayan şey­lere giderken Ben onların üzerinde gözetleyici değil miydim? Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip dururken Ben, kalbinin üzerin­de murakıp değil miydim? Yoksa sana olan yakınlığımı ve sana gücümün yettiğini in­kâr mı ettin?”

İki Büyük Olay

Ey Âdemoğlu, sen iki büyük olayla karşı karşıyasın: Ya Allah seni rahmetiyle karşıla­yacak, cömertlik ve keremiyle ihsanda buluna­cak ya da seni inceden inceye hesaba çe­kecek ve Cehenneme götürülmeni emredecektir ki, ne kötü dönüş yeridir orası! Mücahid’in şöyle dediği rivayet edil­miştir: “Kıyamet günü, kul şu dört şeyden sorguya çekilme­dikçe Allah’ın huzurundan adımını bile atamaz: Ömrünü nere­de tükettiğinden, ilmiyle ne amel işlediğinden, bede­nini nerede yıprattığından, malını nere­den kazanıp nereye sarfettiğinden.”

Allah sana olan ihsanını, buna karşılık se­nin ise O’na muhalefet edişini, O’na karşı ha­yasızlığını tekrar tekrar ifâde ederken, kendi­nin ve kalbinin hâlini düşünebiliyor musun? O ne büyük duruşmadır! O ne yüce sorgu­layıcıdır! Hiçbir şey Kendisine gizli kalmaz. O’na olan itaatındaki ihmal ve O’na karşı is­yanından dolayı içini dolduracak üzüntü, ke­der ve hasret ne büyüktür! Sende gam, keder ve haya doruğa ulaşınca iki durumdan birisi belirir: Ya gazab ya da hoşnut­luk ve muhabbet.

Allah diyecek ki: “Ey kulum! Ben bunları dünyada senin için örttüm. Bugün de onları senin için bağışlıyorum. İşte büyük olan günahlarını ve çok olan hatalarını affettim. Az olan iyilikleri­ni de kabul ettim.” Bundan dolayı gönlünü se­vinç ve neşe kaplar. Bundan ötürü yüzün ışıl ışıl parlar. Bunu sana söylediği zaman kendini bir düşün!

Af Müjdesinin Verdiği Sevinç

Üzüntüden, sorgulamanın verdiği, utanma ve sıkılma­dan ve yaptığın kötü işlerin sayıl­ması karşısında duyduğun sıkıntıdan sonra yüzünde sevincin nur ve aydınlığı parla­maya başlar. Gönlündeki keder ve hüzün neşeye dö­nüşür. Yüzün açılır, rengin ağarır. Bizzat Cenab-ı Hak’tan, senden razı oluşunu duyduğun anı bir düşün! Gönlün hoplar, se­vinç ve sürurla dolar. Neredeyse neşeden ölür ve mutlu­luk­tan uçar gibi olursun. Hakkındır da... Öyle ya! Hangi sevinç, Aziz ve Celil olan Allah’ın rıza­sından duyulandan daha büyük olabilir? Valla­hi, dünyadayken Allah’ın Âhirette senden razı olacağını düşünüp sevincinden ölürsen, bu sa­na çok görülmez. Her ne kadar Âhiretteki bu hoşnutluk tam kesin değilse de, bunu umman bile böyle bir sevinç için yeterli.

Öyleyse bir de Allah’tan, senden hoşnut ol­duğunu biz­zat işitip, için güvenle dolsa, endi­şen tamamen dağılsa, ebedî mutluluğa olan ümit ve emelin kesinleşse, sonsuz, kesintisiz, eksilmez ve şüphe götürmez nimetleri elde et­tiğine kesin kanaatin gelse, durumun nasıl olur? Bir de bunu düşün!

Aziz ve Celil olan Allah’ın huzurundasın, sana karşı hoşnutluğu belli olmuş. Kalbin se­vinçten uçuyor. Yüzün ağarıyor, parlayıp ay­dınlanıyor, yaradılışı âdeta hâl değişti­riyor ve çehren sanki dolunay gibi oluyor. Sonra sen mah­lukatın huzuruna sevinçli bir yüzle çıkı­yorsun. Yüzün en mükemmel güzelliğe eriş­miş, ışıltısıyla pırıl pırıl bir nur ya­yılıyor ve sen kitabın sağ elinde, güzellik, nur ve par­laklıkta diğer insanları geçmiş bir durumda iken kendini bir düşün! Kolundan bir melek tutmuş ve herkesin ortasında:

“Bu falan oğlu falan, bir daha asla mutsuz olmayacağı bir saadete ermiştir!” diye sesle­nir. Rabbin, yaratıkları huzu­runda senden hoş­nut olduğunu ilan etmiştir. Sana iyi zan besle­yenlerin bu zanları gerçekleşmiş, seni itham edenlerin karalamaları boşa çıkmıştır.

İyiliğin Mükâfatı

Mahlukatın içerisinde, yarın elde edeceğin bu derece, dünyada iken yaratıklara yaltakçılık yapmaksızın ve onlar gözünde makam-mevki aramaksızın Rabbinin taatiyle meş­gul olma­nın tam bir karşılığıdır. Tek olan ve ortağı bu­lun­mayan Allah’a karşı davranışlarındaki sa­dakat ve Rabbine karşı saygı derecesinin be­delidir. Allah, bütün mahlukatın huzurunda sa­na bu büyük makamı ihsan etmiş, sana olan hoşnutluk ve dostluğunu ilan etmiştir.

Düşün bir kere! Sen yaratıkların saflarını yara yara yü­rümektesin. Yüzünün nur ve güzelliği, gönlünün sevinç ve neşesiyle amel defterini sağ elinde tutmaktasın. İnsanların gözleri, Allah katında erdiğin lütufa erme hasre­ti ve büyük bir imrenişle sana çevrilmiş. Bu makamı elde etmek için Allah’a karşı daha büyük bir ümit ve emelle çalışıp çabala! Çün­kü O lütfederse buna erebilirsin. Bu, karşı kar­şıya bu­lunduğun iki büyük durumdan birisidir.

Safvan bin Mihrez’in şöyle dediği bildi­rilmiştir: “Ben Abdullah bin Ömer’in elini tu­tuyordum. Yanına bir adam gelerek: “Allah’ın kul ile özel konuşması konusunda Hz. Pey­gamber (s.a.v.)’den ne duydun?” diye sordu. Abdullah şu cevabı verdi: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’i şöyle buyururken din­ledim: “Kıyamet günü Al­lah mü’mini Kendisine yaklaştırır. Üzerine hi­maye örtüsünü koyar, onu insanlardan gizler ve şöyle buyurur: ‘Ey kulum, falan falan güna­hını biliyor mu­sun?’ Kul: ‘Evet ey Rabbim’ der. Sonra yine: ‘Ey kulum, falan falan güna­hını da biliyor musun?’ diye sorar. Böylece bütün günahlarını kendisine itiraf ettirir. Kul, içinden helak olduğunu düşünür. O sırada Al­lah şöyle buyurur: ‘Dünyada bunları senin için örttüm. Bugün de onları senin için ba­ğışla­dım.’ Sonra da iyilik defteri kendisine verilir.”

Allah’ın Gazab Ettikleri

Kâfir ve münafıklara gelince, hazır bulunan melekler onlar için şöyle derler: “İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hûd Sûresi: 18)

Abdullah bin Ömer Kâbe’yi tavaf ederken bir adam karşısına çıktı ve: “Ey Abdurrahman’ın babası! Allah’ın kul ile yalnız konuş­ması konusunu Hz. Peygamber (s.a.v.)’den nasıl duydun?” diye sordu. Abdullah yukarıdaki ri­vayetin benzeriyle cevap verdi. Said der ki: Katade şöyle dedi: “O gün üzülüp de üzüntüsü bir tek yaratığa bile gizli kalan hiç kimse yoktur.”

İbn Mes’ud’dan şöyle dediği rivayet edil­miştir: “Allah Kı­yamet günü mü’min kulunun üzerine himaye perdesini yayar. Elini sırtına uzatıp şöyle buyurur: ‘Ey Âdemoğlu! Şu senin falan falan gün işlediğin iyiliğindir, onu kabul ettim. Şu da senin falan falan gün işlediğin gü­nahındır; onu da bağışladım.’ Bunun üzerine o kul hemen secdeye kapanır. Halk da: ‘Defte­rinde (veya kitabında) iyilikten başka ameli bulunmayan şu salih kula ne mutlu!’ derler.”

Abdullah bin Hanzala’nın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Şüphesiz Allah Kıyamet günü kulunu huzurunda durdurur, amel sahifesindeki kötülüklerini açıklar ve ona: ‘Sen şunu yaptın mı?’ diye sorar. O kul: ‘Evet ey Rab­bim,’ der. Bunun üzerine Allah: ‘Bugün onunla seni rüsvay etmeyeceğim. Seni bağış­ladım’ buyurur. Bunun üzerine o kul, Kıyamet gününün rüsvaylığından kurtulduğu o anda: “Gelin kitabımı okuyun, Şüphesiz ben hesabı­ma kavuşaca­ğımı umuyordum’ der.”

Başka bir durum da Rabbinin sana şöyle buyurmasıdır: “Kulum, ben sana kızgınım. Lanetim üzerine olsun. İşlediğin büyük günahlarını senin için asla bağışlamayacağım. Yap­tığın iyilikleri asla kabul etmeyeceğim. Bunu sana bazı bü­yük günahlarını gösterip şöyle sorduğu zaman söyler: “Bunları biliyor mu­sun?” Sen: “İzzetine yemin ederim ki, evet!” di­ye cevap verirsin. Bunun üzerine sana gazap eder ve: “İzzetime yemin ederim ki, onları Benden kurtaramaz­sın” buyurur. Arkasından zebanileri çağırarak şu emri verir: “Alın şu­nu!” Ulu sözü, heybet ve celâliyle bunu söyler­ken Aziz ve Celil olan Allah’ı ne zannediyor­sun?

Düşün bir kere, Allah seni affetmezse, sen izzet ve kud­ret sahibi Allah’tan gazabını işit­miş ve O seni, aşağılatıcı ve kuvvetli pençe­leriyle zebanilere havale etmişken, sen ensen ve boynunda onların pençelerinin şiddetli do­kunuşundan başka bir şey duymazsın. Sen ze­banilerin elinde, yüzün kara olarak Cehenneme götürülürken, helak olduğuna kesin olarak inanmış ve perişan bir vaziyette Cehenneme doğru sürüklenirken kendini bir tahayyül et! Kararmış yü­zünle, kitabın sol elinde, ya­ratıkların arasından feryat ve figan ederek ge­çip gidiyorsun. Melek de kolundan tutmuş şöyle sesleniyor: “Bu falan oğlu falan öyle bir mutsuzluğa çarptı ki, bundan böyle asla mutluluk yüzü göremeyecek­tir!” Allah seni gazap ve öfkesiyle teşhir etmiştir. Mahluka­tına rezil ve rüsvay olmuşsundur. Senin hakkında iyi düşü­nenlerin bu düşüncesi boşa çıkmış, hakkında kötü zan besleyenlerin bu zanları ger­çekleşmiştir.

Gösterişin Cezası

Belki de Allah sana bunu, dünyada iken Kendi katın­daki makam ve dereceni kaybetme pahasına kulları nezdinde makam ve mevki arayarak O’na olan itaat ve ibadetinde yapma­cık davranışın yüzünden yapmıştır. Böy­lece seni, davranışlarında Kendisine tercih ettiğin kimseler yanında rezil etmiştir. Çünkü sen, Allah’ın övgüsü yerine, Allah’a olan ibadet ve taat konusunda o kulların övgüsüne razı olup memnun olmuştun. Bir o durumu düşün bir de bunu! Bu tehlikeyi hatırla! İki durumdan hangisinin seni yücelteceğini ve iki durumdan hangisinin senin için hazır­landığını dikkatle düşün!

Ka’b’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bir kişinin Ce­henneme götürülmesi emredilir edil­mez, yüz bin melek üzerine birden hücum eder.” Ebû Abdullah dedi ki: “Bana şöyle bir bilgi ulaştı: Kul Allah’ın huzurunda durdurulup da beklemesi uzayınca melekler şöyle der­ler: “Allah’ın lane­tine uğrayası kul! Aziz ve Celil olan Allah’a bu kadar çok mu karşı geldin? Oysa dünyada güzel bir dış görünüş sergili­yordun.” Ebû Abdullah sözlerine devamla şöyle dedi: “Kim ki Allah’ın sevmediği işlerle kendini insanlara sevdir­meye çalışır ve Al­lah’ın hoşlanmadığı şeylerle O’na kafa tutar­sa, o kimse izzet ve celâl sahibi Allah’a, kendi­sine hid­det ve gazab etmiş olarak kavuşur.”

Sıratın Mahiyeti

Bütün incelik ve kayganlığıyla Cehennemin üzerine uzatılmış ve altında da Cehennem, dalgalarıyla çırpınıp dururken gözünü kaldırıp Sırat köprüsüne baktığında yüre­ğine dolacak korkuyu bir düşün! Bu ne müthiş ve korkunç manzara! Üzerinden geçeceğini kesin olarak biliyor, altın­daki Cehennemin karanlığına ba­kıyorsun. Ateş dalgaları­nın hışırtısını ve ta derinden kabarışının gürültüsünü işiti­yorsun. Melekler sesleniyor: “Rabbimiz, bunun üzerin­den kimi geçirmek istiyorsun?” Yine sesleni­yorlar: “Rabbimiz, Rabbimiz! Sen kurtar! Sen kurtar!” Onca korkunç manzara­sıyla ona bakıp dururken birden şöyle seslenilir: “Çıkın köp­rüye!” Birden bire senin ve mahlukatın ayağı altından de­ğişmek üzere toprağın yükselişini hissedersin. Sonra yer, başka bir yere dönü­şür. Bütün mahlukat âdeta bembeyaz gümüş­ten bir zemin üzerinde yayılmışlardır.

Sonra sen bütün dehşetiyle köprüye ba­karken sana ve seninle birlikte herkese şöyle denilir: “Çıkın köprüye!” Sana “Köprüye çık” denildiği andaki yüreğinin çırpınış ve korku­sunu bir düşün! Korku ve endişeden aklın uç­muştur. Sonra köprüye çıkmak için iki ayağın­dan birini kaldırırsın. Ayağı­nın altıyla onun keskinlik ve inceliğini hissedersin. Korku­dan yüreğin ağızına gelir. Sonra diğer ayağını üze­rine ko­yar, doğrulursun. Şimdi tam olarak köp­rünün üzerindesin.

Sıratta Günah Yükü

Sırtında taşıdığın günah yükün gittikçe ağırlaşmaktadır. Kalbin uçacak gibi olmasına rağmen köprüde yürümeye başladın, nihayet zirveye ulaştın. Sonra köprünün sallan­masıyla aşağıya doğru kaymaya başladın. Aşağıda Cehen­nemin kaynaması bütün insanları bir ıs­tıraba sürüklemiştir. Önünden ve arkandan in­sanlar peşi peşine Cehenneme yuvarlanmak­tadırlar.

Acz ve zaafına rağmen köprü üzerindeki hâlini bir dü­şün! Önünden ve arkandan ayak­ları kayan erkek ve ka­dınlara bakmaktasın. Başları önlerine eğik, ayakları köprü­nün üzerinde... Melekler bazı erkeklerin sakalların­dan, bir kısım kadınların ise perçemlerinden yakalamaktadır. Bazıla­rının boynunda da hal­kalar vardır.

Yükselen Kıvılcımlar

Cehennem ateşi, onları yakalamak için az­dıkça az­makta, coşup kaynamakta ve tepele­rinin hizasına kadar kıvılcımlar saçmaktadır. Melekler onlara kancalar atıp çek­mekte, ateş onların arzu ve hasretiyle kükreyip haykırmak­tadır. Ateşin kıvılcımları insanların ta başla­rına kadar sıçra­yıp yetişmekte ve onları Ce­hennemin içine kadar çekmek­tedir. İnsanlar kurtuluşlarından ümit kesmiş vaziyette feryat ve figan etmektedir. Alevlerin ta tepelerine ka­dar çıkmasın­dan aşağıya yuvarlanmakta ve “Mahvolduk! Helak olduk!” diye bağırmakta­dırlar. Sen de, “ayaklarım kayar, köprüden aşağıya uçarım, düşüp vücudum paramparça olur, ayakla­rım köprünün üzerinden kesilip ha­valanırım” korku ve en­dişesi içerisinde onlara bakmaktasın.



Sıratta Hâlimiz Ne Olur?

Bu hâli sakin bir kafayla ve güçsüz be­denine acıyarak düşün! Köprünün üzerinden rahat geçmek için daha dün­yada iken günah yükünü hafiflet. Hiç şüphesiz Kıyamet günü­nün tehlikeleri, onları dünyada iken akıllarıyla düşü­nen, onlardan kurtuluşa çok büyük önem veren, kalblerine Âhiretteki kurtuluşun ağır yükünü yükleyen, o kurtulabilme korkusunu yüreklerinde taşıyan Allah dostları için hafif­letilir. Bu özelliklerinden dolayı Mevlâları, Kı­yamet günü bunları üzerlerinden hafifletir.

Öyleyse sen de bunları sürekli olarak göz önüne getir, bunların korku ve kaygısını ka­fandan bir an olsun çıkarma ki, Allah da böylece sana hafifletip kolaylaştırsın. Çünkü Allah zatına yemin ederek, dostlarına hem dünyadaki hem de Âhiretteki korkuyu tattırma­yacağına söz vermiştir.

Ya Sırattan Düşersen...

Şiddetli korku ve zayıf bedeninle Sırat köp­rüsünün üzerinden geçişini düşün! Eğer ga­zaba uğramış ve affedil­memişsen, birden bire ayağının Sırattan kaydığını görür­sün. Eğer Allah seni affetmezse, ayağının Sırattan kayacağı anki hâlini düşün! O anda kendi kendine, “Ebediyyen mahvolup gittim!” dersin. “İşte korkup endişe ettiğim ba­şıma geldi.” dersin. Aklın uçar. Sonra diğer ayağın da kayar. Baş aşağı düşersin. Ayakların Sırattan kesilmiştir. De­mir kan­caların deri ve etlerine saplanmasından başka bir şey his­setmezsin. Bunlarla ateşe doğru çekilirsin. Ateş üzerine hücum eder.

Cehennem, Mevlâsının gazabından dolayı öfkesi ka­barmış bir hâldedir. Ateş seni çektik­çe sen Sırattan aşağıya doğru uçarsın. Ateşin hararetini hissettiğin anda, “Mahv oldum!” “Helak oldum!” diye feryat edersin. Pişmanlık ve teessüf bütün kalbini kaplamıştır. Daha öl­meden önce ve dünyadayken Aziz ve Celil olan Allah’ı razı etmeyi, hoşlan­madığı her şeyden de el çekmeyi ve böylece seni affetme­sini boş yere temenni edersin.

Nihayet sen ateşin ortasına varınca, alevleriyle üzerine tamamen kapanır. Yüreğinin hasret ve pişmanlık ateşi do­ruk noktaya ulaş­mıştır. Sen cenemme atıldığın anda şişer­sin. Sen yüzükoyun Cehenneme yuvarlanıp feryat ve figan ederken Aziz ve Celil olan Allah Ce­henneme “Doldun mu?” diye seslenir. Sen hem Cenab-ı Hakk’ın seslenişini, hem de Cehennemin şu cevabını işitirsin: “Daha var mı?” (Kaf Sû­resi: 30) Sen ateşin içinde iken, alevleri vücudunu sararken ve yaraları bedeni­ni kaplarken Yüce Allah:

“Boş yerin var mı?” der. Sonra çok geçme­den vücudun akar, etlerin dökülür, sadece kemiklerin kalır. Sonra ateş içine salıverilir. Orada ne varsa hepsini yer bitirir. Sen fer­yat edip ateş de ciğerlerinin içine girerken, o ciğer­lerinin hâlini düşün! Sen ağlayıp pişmanlığını haykırdığın hâlde bile artık sana acınmaz. Bir daha günaha dönmeyeceğim diye söz versen bile artık tevben kabul edilmez ve feryadına cevap verilmez.

Cehennemin İçeceği

Orada kalışın uzamışken hâlini bir düşün! Azap şid­detlenerek devam eder. Sıkıntı zirve­ye ulaşır. Susuzluğun şiddetlenir. Dünyadaki içecekleri hatırlarsın. Cehenneme sığınırsın. Sana azap vermekle görevli meleğin elinden kabı alırsın. Eline alır almaz altında avucun yanar. Hararetinden ve kızgınlığından elin parçalanıp etleri dökülür. Sonra o kabı ağzına yaklaştırırsın. Yüzün kavrulur. Sonra yudum­lamaya çalışırken boğazının derisini soyar. Karnına ulaşınca iç organlarını parçalar.

Sen feryat ve figan edersin. O anda dünya içeceklerini, onların soğukluk ve lezzetini hatır­larsın. Sonra hararetini dindirmek ister ve dün­yada alıştığın gibi yıkanmak ve suya dalmak sûretiyle serinlemek maksadıyla hamîm (kızgın su) havuzlarına koşarsın. Kızgın suya dalınca, tepeden tırnağa bütün bedeninin derisi soyulur. Daha hafif olur ümidiyle bir daha ateşe koşar­sın. Sonra yine ateşin yangını sana şiddetli ge­lince kaynar suya geri dönersin. Böylece ateşle kaynar su arasında mekik dokursun.

Ateşin harareti son dereceye ulaşmıştır. Sen ise bir fe­rahlık ararsın. Kaynar su ile ateş arasında da bir ferahlık duyamazsın. Serinlik istersin ama asla bulamazsın. Sıkıntı, susuz­luk ve yorgunluk dayanılmaz dereceye varınca Cen­netleri hatırlarsın. Aziz ve Celil olan Al­lah’ın yakınlığını ve Cennet nimetlerini kay­betmekten gelen acı bir hüzün ve burukluk kalbinden boğazına doğru tırmanır. Sonra Cen­netin içeceklerini, soğuk suyunu ve hoş yaşayışını hatırlar­sın. Bundan yoksun kal­manın hasreti gönlünü parçalar.

Cevapsız Kalan Feryat

Sonra Cennette baba, anne, kardeş ve ben­zeri bazı ak­rabalarının bulunduğunu hatırlarsın, yanık bir kalbden yük­selen hüzün dolu bir sesle onlara şöyle seslenirsin: “Ey an­neciğim! Ey babacığım! Ey kardeşim! Ey dayıcığım! Ey amcacığım! Veya ey kız kardeşim! Ne olur bir yudum su! Onlar da sana red cevabı verirler. Böylece ümidini boşa çıkartmaların­dan ve Aziz ve Celil olan Rabbinin sana olan gazabından dolayı onların da sana öfke duy­duklarını gör­menin hasret ve üzüntüsünden kalbin parçalanır. Bunun üzerine dünyaya seni geri göndermesi ümit ve dileğiyle hemen fer­yat ederek Allah’a sığınırsın.

Ne var ki uzun bir süre, sana değer ver­mediğini gös­termek için cevap vermez. Kuş­kusuz sesin O’nun nezdinde menfurdur. Maka­mın O’nun yanında düşüktür. Sonunda Kendi­sine beslediğin bütün ümit ve emel bağlarını koparan şu sözleriyle sana seslenir: “Sinin ora­da Benimle konuşma­yın!” (Mu’minûn Sûresi: 108) Sen, susup sinmeni emreden ve senin gi­bilere cevap verilmeyeceğini belirten O’nun bu ulu seslenişini işitince, âdeta ağız ve burnuna gem vurulur. Ruhun bedeninde çıkmakla kal­mak arasında tereddütle gider gelir. Göğsünde nefesin daralır. Sesli sesli soluyan ve konuş­maya takat getiremeyen bir ıstırap içinde kalır­sın.

Ümitsiz Çırpınış

Sonra Allah ümitsizlik ve hasretini daha da artırmak ister. Senin ve oradaki diğer düşman­larının üzerine Cehen­nem kapılarını kapatır. Eğer O seni affetmezse, Cehennem kapısının gıcırdayıp üzerine kapandığını gördüğünde hâlini düşünebiliyor musun? Üzerlerine Ce­hennem kapıları kapatılırken gıcırtısını duy­duklarında sen ve diğer Cehen­nem sâkinlerinin ümitsizliği ne büyük olacak. Çünkü, Allah­‘ın kapıları bu şekilde üzerlerine kapatması, hiç kimsenin oradan çıkmaması için olduğunu an­lamışlardır. Ümitsizlik­ten kalbleri parçalanır. Ümit bağları tamamen kopar. Ken­dileri için sonsuza dek Allah’ın azabından hiçbir kaçış, kur­tuluş ve necat kapısı yoktur. Önlerinde ölümsüz, son­suz bir hayat, bedenlerinden acısı hiç eksik olmayan bir azap vardır. Yürekleri sürekli olarak yanıp kavrulur. Onlara ebediyen rahatlık ve ferahlık yoktur. Bitmez hüzünler, tü­kenmez gamlar, onulmaz hastalıklar, çözül­mez kelepçeler, sonsuza dek çıkarılmaz buka­ğılar, ebediyen dinmeyecek susuzluklar, asla bitmeyecek sıkıntılar ve gırtlaklarında du­ran zakkumdan başka hiçbir şeyle ve hiçbir za­man doyamayacakları açlıklar...

Allah’ın Rızasını Kaybetme Hasreti

Onlar zakkumun üstüne boğazlarını açması için “Su!” diye imdad isterler de kendilerine verilen kaynar su ciğerle­rini parçalar. Aziz ve Celil olan Allah’ın rızasını kaybetme hasreti kalblerine oturur. Allah’ın Cennetteki yakınlı­ğından yoksun kalmanın acısı yüreklerini ka­natıp durur. Ağlamala­rına acınmaz. Çağrıları­na cevap verilmez. Feryatlarına koşulmaz. Pişmanlıkları kabul edilmez. Suçları bağış­lanmaz. Aziz ve Celil olan Allah’ın gazabı on­ların üzerinedir. Onlardan sonsuza dek razı ol­maz. Çünkü onlara gazab etmiştir. Allah’ın gözünden düşmüşler ve değerlerini yitir­miş­lerdir. Bu yüzden de onlardan yüz çevirmiştir.

Aç ve susuz bir hâlde, Cennet ehlinden ya­kınlarını ça­ğırdıklarında hâllerini bir görebilseydin? Şöyle yalvarırlar: “Ey Cennetlikler, ey babalar, analar, kardeşler, bacılar! Kabirlerimizden susuz çıktık, Allah’ın huzuruna su­suz vardık, susuz bir hâlde Cehenneme götürülüşümüz emre­dildi. Bize biraz su veya Al­lah’ın size rızık olarak verdikle­rinden bir şey gönderin!” Cennetlikler onlara “Susun!” diye cevap verirler. Yürekleri bir kez daha hasret ve nedametle dolar. Orada ümitsiz bir hâlde gidip gelirler. Sonsuza dek yüzleri serin bir meltem görmez. Orada ebediyen ağızları soğuk bir şeye değmez. Hiçbir zaman gözlerine uyku girmez. Onlar sürekli bir azap ve kesintisiz bir horluk içeri­sindedirler.

Allah Affetmezse

Allah seni affetmezse aynen bu örnekteki gibi olacağını düşün! Azap görenlerin sûretle­rini bir görebilseydin! Ateş etlerini yiyip tüketmiş, yüz güzelliklerini silip götürmüştür. Vücutları mahvolup gitmiş. Sadece yanmış ve kararmış olarak birbirine ekli kemikler kal­mıştır. Zincir ve bukağıları içerisinde endişe ve ıstırap çekmekte, ölüm ve helaklarını fer­yatla istemekte, çığlıklarla ağlayıp figan et­mektedirler.

Onları bu hâlde görseydin, kötü manzara­larından duy­duğun korkudan kalbin erir, pis kokularından vücudun zayıflar, cisimlerinin şiddetli sıcaklığı ve nefeslerinin harare­tinden ruhun bedeninde duramazdı. Sen de orada, on­lardan biri olarak, kalbinden ümit ve emel pa­rıltısı kaybo­lup gitmiş, ye’s ve ümitsizlik seni kaplamış, acıklı bir hâldeki bedenini göz önü­ne getirerek bir düşün! Acaba hâlin nice olur?! Allah’ın sevip beğenmediği şeylere bakmanın ceza ve karşılığı olarak iki gözüne ateş dolar ve sen ateşin gözlerini yakarken çıkardığı sesi duyarsın. Ateş kulaklarına nüfuz eder ve sen onun uğultu ve gürültüsünü işitirsin. Ateş seni bürür ve kemiklerinden etlerini silkeler. İçine kadar nüfuz eder ve ciğer ve bağırsaklarını yer bitirir. Kalbini hasret, pişmanlık ve üzüntü kaplar.

Günahlarına Ağla!

Acizliğine karşı merhametin galeyana gel­miş bir hâlde bunları sakin bir kafayla düşün! Rabbinin sevmediği ve razı olmadığı şeyler­den vazgeç. Böylece belki, O da senden razı olur. Aklınla O’na sığın ve günahlarını bağış­lamasını dile ki, seni affetsin. Korkusundan ağla ki, sana merhamet edip kusurlarını bağış­lasın. Hiç şüphesiz tehlike büyük, bedenin za­yıf ve ölüm ise sana çok yakındır. Bunun yanısıra aziz ve celil olan Allah her şeyi bilir, se­ni görür ve seninle ilgili gizli-açık hiçbir şey O’nun ilminden kaçmaz. Sana gazab, nefret, buğz ve öfkeyle bakmasından sakın. O sana gazab ederse, sen ferahlık ve sevinç yüzü göremezsin.

Allah’ın emirlerine karşı gelmekten uzak dur, O’ndan kork, O’ndan haya et ve yüceliğini an. Seni gözetleyişini hafife alma, seni görmesini küçük görme. Senin üzerinde olan yüce makamını ve seni bilişini ta’zim et. Seni ansızın yakalamadan O’ndan kork ve çekin.

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


Candy

grup tuttuğum takım
Binbaşı Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 2571 ileti
Yer:
İş:
Kayıt: 18-06-2006 16:50

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
#71447 29-06-2006 09:10 GMT-1 saat    
bunların hepsini biliyorum biraz uzun arkadaşlar zaman aalabilir ama lütfen okuyun oldukça güzel bilgiler var
en azından içinde bulunduğunuz durumu değerlendirebilirmisiniz
eğer hala nefes alıyorsanız birşeyleri değiştirme fırsatınız hala var demektir ;)

çok geç olmadan o kabre girmeden kendinizi bi sorgulayın nereden geldim nereye gidiyorum benim gayem ne amacım ne?
öldüğüm vakit şuan eğlendiğim güldüğüm arkadaşlarım akrabalarım annem babam kardeşim bana ne yararı olacak
o kara toprağa girdiğimiz zaman sadece ameller kalacak geriye
binlerce pişman olacaksınız boş vakit geçirdiğiniz zamanlara
tabiki eğlenin gülün ama Rabbimizi Allah c.c. yü asla unutmayın
Dinimiz ne emrediyorsa elinizden geldiğinizce yapın
nefsinize kurban olmayın
pişman olmadan uykunuzdan uyanın..

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


MaSTeRßeLa

grup tuttuğum takım
Çavuş Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 213 ileti
Yer: Şanlıurfa
İş: öğrenci
Kayıt: 28-06-2006 07:49

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
#102204 29-07-2006 17:43 GMT-1 saat    
Cindy ewEt sana katılıommm okumaqda fayda war ßen okudum ißRet almaq için

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


MyJ3lueRose

grup tuttuğum takım
Teğmen Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 348 ileti
Yer: samsun
İş: öğrenci
Kayıt: 19-05-2006 13:34

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
#106190 01-08-2006 23:25 GMT-1 saat    
ewet ya bunları ben okudum ama bu kadar ayrıntılı degildi emegine saglık

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


> 1 <