Üye Girişi
x

Giriş Başarılı.

Yanlış Bilgiler.

E-mail adresinizi doğrulamalısınız.

Facebook'la giriş | Kayıt ol | Şifremi unuttum
İletişim
x

Mesajınız gönderildi.

Mesajınız gönderilemedi.

Güvenlik sorusu yanlış.

Kullandığınız Sosyal Medyayı Seçin
Yeni Klasör 8 yıldır sizin için en güvenli hizmeti veriyor...

Teknoloji dünyasındaki son gelişmeler ve sürpriz hediyelerimiz için bizi takip edin.

hükümdarlar serisi 1

> 1 <

3xPoLiT

grup tuttuğum takım
Çavuş Grup
Hat durumu Cinsiyet Özel mesaj 338 ileti
Yer: bilinmezlerde
İş: CoDeR
Kayıt: 13-01-2007 15:20

işletim sistemim [+][+3][+5] [-]
kırık link bildirimi Kırık Link Bildir! #154680 15-01-2007 18:32 GMT-1 saat    
Selahaddin Eyyubi (1138 - 1193)


Mısır, Suriye, Yemen ve Filistin sultanı ve Eyyubi hanedanının ilk hükümdarı. Kudüs'ü Haçlılardan alarak (2 Ekim 1187) kentte 88 yıl süren Frank işgaline son vermiş, Hıristiyanların misilleme olarak düzenledikleri III. Haçlı Seferi'ni etkisiz hale getirmiştir.


Babası Necmeddin Eyyub, Selçuklu emiri İmadeddin Zengi'nin hizmetinde görevliydi. Baalbek ve Şam'da büyüyen Salaheddin iyi bir din eğitimi aldı. Askeri yaşamı Zengi'nin oğlu ve ardılı Emir Nureddin'in komutanlarından, amcası Asadeddin Şirkuh'un hizmetine girmesiyle başladı. Şirkuh'un, Mısır'ın I. Haçlı Seferi sonucunda kurulan Latin-Hıristiyan devletlerinin eline geçmesini önlemek amacıyla düzenlediği üç sefer sırasında, Kudüs'ün Latin kralı I. Amalricus, Mısır'ın Fatımi halifesinin güçlü veziri Şavar ve Şirkuh arasında karşılıklı bir mücadele gelişmişti. Salaheddin Şirkuh'un ölümünden ve Şavar'ın öldürülmesinden sonra, henüz 31 yaşındayken hem Suriye birliklerinin komutanlığına, hem de melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı (1169).


1171'de Mısır'da Şii Fatımi halifeliğine son vererek Sünniliğe dönüldüğünü ilan eden Salaheddin Eyyubi böylece Mısır'ın tek yöneticisi durumuna geldi. Bir süre için kağıt üzerinde Emir Nureddin'in vasalı olarak kaldıysa da bu ilişki Suriye emirinin 1174'te ölmesiyle sona erdi. Mısır'daki zengin tarım topraklarını mali dayanak olarak kullanan Salaheddin, Nureddin'in çocuk yaştaki oğlu adına naiplik talebinde bulunmak üzere küçük, ama çok disiplinli bir orduyla Suriye'ye hareket etti. Ama çok geçmeden bu talebinden vazgeçerek, 1174'ten 1186'ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır'daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti. Zamanla sahtekarlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi. O zamana değin iç çekişmeler ve yoğun rekabet yüzünden Haçlılara direnmede güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelini sağladı.


Salaheddin, yeni ya da gelişmiş askeri teknikler kullanmak yerine, çok sayıdaki düzensiz kuvvetleri birleştirip disiplin altına alarak askeri güç dengesini de kendi lehine çevirmeyi başardı. 1187'de bütün gücüyle, Latin Haçlı krallıklarına yöneldi. Düşmanlarının tümüyle yoksun olduğu komuta yeteneğiyle 4 Temmuz 1187'de tükenmiş ve susuzluktan bitkin düşmüş bir Haçlı ordusunu, Kuzey Filistin'de Taberiye yakınındaki Hattin'de sıkıştırdı ve bir hamlede yok etti. Haçlıların verdiği kayıpların büyüklüğü Müslümanların Kudüs Krallığı'nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon üç ay içinde düştü. Salaheddin Haçlılara en büyük darbesini ise 88 yıl Frankların elinde kalan Kudüs'ü 2 Ekim 1187'de teslim alarak indirdi.


Salaheddin'in başarısına düşen tek gölge Sur'un ele geçirilmemesiydi. 1189'da Haçlı işgali altında yalnızca üç kent kalmış, ama sağ kalan dağınık Hıristiyanlar zorlu bir kıyı kalesi olan Sur'da toplanarak Latin karşı saldırısının çıkış noktasını oluşturmuşlardı. Kudüs'ün düşmesiyle derinden sarsılan Batılılar yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu. III. Haçlı Seferi çok sayıda büyük soylu ve ünlü şövalyenin yanı sıra, üç ülkenin krallarını da savaş alanına çekti.


III. Haçlı Seferi uzun ve tüketici oldu. I. Richard (Aslan Yürekli) tartışmasız askeri dehasına karşın hiçbir sonuca ulaşamadı. Haçlılar Doğu Akdeniz'de ancak güvensiz bir toprak parçasına tutunabildiler. Kral Richard Ekim 1192'de dönüş için yelken açtığında savaş sona ermişti. Salaheddin başkent Şam'a çekildi. Uzun seferler ve at üstünde geçen günlerden sonra çok yaşamadı. Akrabaları imparatorluğu paylaşırken, arkadaşları Müslüman dünyasının en güçlü ve en eli açık hükümdarının, mezarını yaptırmaya yetecek para bırakmadığını gördüler.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Şeyh Şamil (1797 - 1871)



İmam Şamil 1797 yılında Dağıstan'ın Gimri köyünde dünyaya geldi. Babası bölgenin yerli halklarından Avar Türklerine mensup Dengau Muhammed'dir. 15 yaşında iken at binerek kılıç kuşandı. 20 yaşına geldiğinde iki metreyi aşan boyu ile atlama, ateş etme, güreş, koşu, kılıç gibi spor dallarında üstün yetenek sahibi olmuştu.

Öğrenimine bilgin Said Harekani'nin yanında başladı. Daha sonra kayınpederi olan Nakşibendi Şeyhi Cemaleddin Gazi Kumuki'nin öğrencisi oldu. Kendinden önce İmamet makamında bulunan Gazi Muhammed ve Hamzat Beg'in müşavirliğini yaptı. Son derece sade ve kanaatkar bir hayatı vardı.

İmam Şamil, muhtelif zamanlarda beş defa evlenmiş ve bu izdivaçların bazıları dini ve siyasi sebeplerle olmuştu. Şamil'in Fatimat, Cevheret, Zahidet, Emine ve Şovanat ismindeki zevcelerinden Ahmed Cemaleddin, Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed Şefi, Cemaleddin ve Muhammed Kamil isimli altı oğlu ile Fatimat, Nafisat, Necabat, Bahu-Mesedu ve Safiyat isimli beş kızı oldu.

Şamil, İmam yani devlet başkanı seçildikten sonra ilk iş olarak iç işlerini ele aldı. Ruslara karşı daha etkili savaşmak için lüzumlu idari ve askeri teşkilatları yeni esaslara göre tanzim etti. Bir taraftan askeri tedbirler alıp düşmana karşı savunma savaşları verirken, diğer taraftan da muntazam adli ve idari sivil bir devlet mekanizması geliştirmiş, medreselerde eğitime önem verdirmiş, fikir ve sanat alanında da büyük adımlar atılmasını sağlamıştır. Döneminde tophaneler, baruthaneler, silahhaneler yapılmış, muntazam birlikler halinde askeri teşkilat kurulmuştur.

Güçlü hitabeti, kararlı tutumu ve askeri dehasıyla büyük başarılar kazanmış, ünü kısa zamanda yayılarak, otoritesi Dağıstan civarında yaşayan geniş topluluklar tarafından kabul edilmiştir.

İmam Şamil, idare sistemini yeniden düzenlerken, ülkeyi naiplik ve vilayetlere ayırarak bunların başına hem askeri hem de sivil yetkilerle donatılmış naipleri getirdi. Üç veya dört naiplik bir vilayet idi. Vilayetlerin başındaki naibin rütbesi daha yüksekti.

Ayrıca, her biri birer savaş kahramanı olan bu yüksek rütbeli naiplerden Ahverdil Muhammed, Kabet Muhammed, Şuayıb Molla, Taşof Hacı, Danyal Sultan, Nur Muhammed, Hitinav Musa, Sadullah, Duba Hacı, Hacı Murat ve Şamil'in büyük oğlu Muhammed Gazi, gazavat'ın adı anılması gereken başlıca kahramanları oldular.

Şamil imam seçildiği 1834 yılından 1859 yılına kadar Rusya'nın büyüklüğü ve kudretine rağmen yılmadan mücadeleyi sürdürdü. Kendinden önceki iki imamın döneminde de fiilen 10 yıl savaşlara iştirak ettiğinden durup dinlenmeden cihad ettiği süre tam 35 yılı bulmuştur. Bu süre zarfında Rus kuvvetlerine büyük zayiatlar vermiş ancak kısıtlı sayıdaki asker sayısı da günden güne erimiştir. 1839'da Ahulgo Tepesinde 3.000 mürid ile General Grabbe komutasındaki 10.000'i aşkın üstün donanımlı Rus ordusunun kuşatmasına 80 gün süreyle direnişi harp tarihine geçmiştir. Şamil bu savaşta eşi Cevheret'i, oğlu Said'i ve kızkardeşi Mesedo'yu kaybetmiş, 8 yaşındaki oğlu Cemaleddin'i Ruslara rehin vermek zorunda kalmıştır.

Bu dehşet verici savaşlarda sadece insan kaybı olmadı. Ruslar, ancak aylar süren savaşlar sonunda işgal edebildikleri bölgelerde, ağaçları, ormanları yakıp, bir tek canlı yaratık bırakmadan ilerlerdiler.

Savaşlara iştirak eden Rus komutanlarından Milyutin, 80 gün devam eden Ahulgo savaşı hakkında hatıratında şu satırlara yer verir; "Artık muharebenin sevk ve idaresi kumandanların elinden büsbütün çıkmıştı. Hiddetlerinden köpürmüş, adeta çıldırmış bir hale gelen dağlılar, ulu orta askerlerimizin üzerine saldırıyor, süngü ucunda can verinceye kadar dövüşüyorlardı. Kadınlar bile kendilerini kudurmuş gibi müdafaa ettiler ve silahsız oldukları halde sıra sıra süngülerimizin üzerine atıldılar. Lakin muvaffakiyet için her türlü fedakarlığı göze almış olan Rus kumandanlığı inatla taarruzlara devam etti. Teslim olmayı katiyyen reddeden dağlılar, hiçbir ümitleri kalmadığı halde kahramanca dövüştüler. Kadınlar, çocuklar ellerindeki kamalarla Ruslara hücum ediyor, süngülerin önünde göz kırpmadan can veriyorlardı. Bazıları ise kendilerini ve çocuklarını korkunç uçurumlara atıyorlardı. Yaralılar bile inanılmaz şekilde dövüşüyordu."

Dost ülkelerden hiçbir yardım göremeyen İmam Şamil'in, nihayet elindeki bütün kuvvet kaynakları tükenir ve 1859'un 6 Eylül'ünde Gunip'te Prens Baryatinsky komutasındaki 70.000 kişilik Rus ordusuna, yanında birkaç yüz kişi kalıncaya kadar direndikten sonra teslim olur.

İmam Şamil, aile efradı ve 40 kadar adamı Petersburg'a Çar'ın sarayına götürülür. Rus Çarı II.Aleksandr tarafından sarayın kapısında hayrete düşülecek derecede nazik karşılanır. Çar, babası 1.Nikola'ya ve ihtişamlı ordularına tam otuzbeş yıl Kafkasya'yı zindan eden, zamanının bu en büyük kahramanını karşısında görür görmez, yüzünden ve sakalından hayranlıkla öpmekten kendini alıkoyamaz.

İmam Şamil bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra, saygın tutsak olarak esaret yıllarını geçireceği Kaluga'ya gönderilir.

Ancak Şamil ve ailesine esaret çok ağır gelir. İki yıl içinde Şamil'in simsiyah saçları beyazlar. Büyük kızı Nafisat ile gelini Muhammed Gazi'nin karısı Kerimet üzüntüden vereme yakalanarak ölürler.

Aradan ancak on yıl geçtikten sonra Çar, onun Hac'ca gitmesine izin verir. Ancak bir tedbir olarak oğlu Muhammed Şefi'yi alıkoyar ve Hacc'ı ifa ettikten sonra derhal Rusya'ya dönmesini şart koşar.

Şamil, 1870 yılında maiyetindeki adamları ile birlikte Rusya'dan ayrılarak önce İstanbul'a uğrar. Sultan Abdülaziz tarafından karşılanarak sarayda ağırlanır. Şamil'in İstanbul'a uğradığı haberi duyulduğunda şehirde yer yerinden oynamış, halk bu büyük kahramanı görebilmek için saray kapılarına akın etmişti.

Şamil, aşkına düştüğü son menzile bir an evvel varmak için Sultan'ın kendisine tahsis ettiği gemi ile yola koyulur. Cidde limanında Mekke Emiri, şehrin ileri gelenleri ve mahşeri bir kalabalık tarafından törenlerle karşılanarak Mekke'de Şürefa dairesinde misafir edilir.

Hac sırasında orada bulunduğunu duyan, dünyanın dört bir yanından gelmiş yaklaşık yüzbin müslümanın onu görmek için yarattığı izdiham sonucu, hükümet makamları İmam Şamil'i Kabe'nin üstüne çıkarmak suretiyle bu hayran kalabalığın arzusunu tatmin edebildi.

Şamil, hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine'ye geçer. Medine günlerinde son derece takatten düşer, çektiği büyük ızdırap artık tahammül edilmez bir hal alır ve hastalanarak yatağa düşer.

Bütün hayatını ülkesinin milli bağımsızlığına adayan, askeri dehasını bütün dünyaya ve bizzat ebedi düşmanı Rus yüksek makamlarına dahi kabul ettiren, adını dünya tarihine "gelmiş geçmiş en büyük gerilla lideri" olarak yazdıran İmam Şamil 4 Şubat 1871'de 74 yaşında iken hayata gözlerini yumar.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mehdi (742 - 785)



Abbasi Devleti'nin üçüncü halifesi olan Mehdi, kendisi gibi halife olan Mansur'un oğlu ve meşhur Harun Reşid'in de babasıdır. Künyesi Ebu Abdullah Muhammed Mehdi bin Mansur'dur. Halifeliği, iç huzurun ve düzenin sağlandığı, dışarıda da önemli başarıların elde edildiği bir dönemdir. Abbasilerin en önemli ve değerli halifelerinden olup Risâle-i Nur'da kuvvetli itikad ve takva sahibi olarak vasıflandırılmaktadır (Mektubat s. 100).


Mehdi'nin doğum tarihi 742-44 yılları arasında farklı şekillerde nakledilmektedir. Kırk üç yaşında vefat ettiği gözönüne alındığında 742 veya 743 tarihinde doğduğu söylenebilir. Halife Mansur'un oğlu olup Humeyme'de doğdu. Babası eğitimine özel önem verdi ve bilgili ve kültürlü yetişmesi için tanınmış hocalardan istifade ederek özel dersler aldırdı. Mehdi, Mufaddal ed-Dabi'den Arap dili ve edebiyatına dair dersler aldı. Hocasının teşvikleriyle belagat ve şiire özel ilgi gösterdi. Hocası, Arapların meşhur şairlerinin eserlerinden taramalar yaparak ve seçme eserler almak suretiyle "El-Mufadaliyat" adlı derleme eseri vücuda getirdi. Mehdi, aldığı eğitimin neticesinde güzel şiirler yazdı, düzgün bir ifadeye sahip oldu.


Halife Mansur, oğlunun askeri açıdan da iyi yetişmesi için küçük yaştan itibaren eğitimini sağladığı gibi çocuk denecek yaşta komutanlıklar vererek çok önemli seferlere de gönderdi. Bazı ayaklanmaların bastırılması için hazırlanan birliklere komutan olarak atadı. Horasan'da çıkan Ali el-Cabbar bin Abdurrahman el-Ezdî'nin isyanını bastırmakla görevlendirildi. Çıkan çarpışmalarda üstün gelerek isyanın bastırılmasına muvaffak oldu. Önemli başarılar elde ettikten sonra, babası tarafından veliaht olarak tayin edildi. Kendisi ve askerleri için Rusafe şehri kuruldu. Bir süre sonra da hac emiri olarak tayin edildi.


Mansur, 775 yılında hacca gitmek üzere yola çıkınca yerine oğlu Mehdi'yi vekil bıraktı. Kısa bir süre sonra vefat etmesi üzerine Mehdi'ye biat edildi ve böylece vekaleti asliyete dönüşmüş oldu (775). Halifeliği vefatına kadar on yıl sürdü. Mansur döneminde istikrarsızlık tam olarak giderilemediğinden ve yeni devlet henüz tam olarak düzeni sağlayamadığından iç karışıklıklar devam etmekteydi. Mansur, hem istikrarı sağlamak hem de düşmanlarına karşı üstünlük sağlamak maksadıyla sert bir tutum izlemekte olup halka karşı da iyi davranmamaktaydı.


Mehdi'nin halifeliği ile birlikte devlette istikrar sağlandı. İçerde ve dışarıda düzen sağlandı ve devlet maliyesi düzeldi. Dolayısıyla bolluk ve rahatlığın olduğu bir döneme girildi. İmar faaliyetlerine hız verildi, yol ve su kanalları yaptırıldı. Devletin merkezi olan Bağdat çok önemli gelişmelere sahne oldu. Posta teşkilatı ıslâh edildi. Halife alim ve sanatkârları himayesine alarak onlara büyük değer verdi. Yabancı eserlerin tercüme edilmesi için büyük gayret sarf edildi. Halife; merhametli, zeki, insaflı bir halife olarak tarihe geçti.


Mehdi'nin ilk icraatlarından birisi de cezaevlerinde bulunan bazı mahkûmları serbest bırakmak oldu. Geri kalan mahkûmlara yiyecek tahsis etti. Çünkü, o zamana kadar mahkûmlara aileleri bakmak zorunda idiler. Yiyecekleri aileleri tarafından karşılanmakta idi. İhtiyacı karşılanamayanlar ise açlıkla karşı karşıya kalmakta idiler. Adli düzenlemelere de gidilerek ilk defa yargı işlerine bakacak mahkemeler ihdas edildi. Halife, yolcuların rahat bir şekilde seyahat etmeleri, barınma ve konaklama imkânlarına kavuşabilmeleri için Mekke yolu üzerinde konaklama yerlerinin yapılmasını emretti. Su ihtiyacının karşılanabilmesi için yeni kuyular açıldı ve daha önce mevcut olanların da ıslâh edilmesi yoluna gidildi. Bağdat ile diğer şehirler arasındaki posta işlemleri düzene sokuldu. Diğer taraftan daha önceden mallarına el konan bazı kimselere malları iade edildi.


Mehdi'nin yaptığı önemli faaliyetlerden biri de halkın üzerindeki vergi yükünü azaltmak oldu. Farklı para birimi uygulamasını kaldırdı. Vergi oranlarını düşürdü. İnsanlara zulmetmekten Allah'a sığındığını belirterek adil olmayan vergi sistemine son verdi. Bu yolla hazinenin zarara sokulduğunu ve önemli miktarda gelir kaybının olacağını belirten devlet görevlilerine; "Devlet hazinesi ne kadar zarar ederse etsin, benim görevim hakkı gerçekleştirip zulmü gidermektir" (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, 3. C. s. 106) karşılığını verdi. Devlet görevlilerine; halka zulmetmeden, kolaylık sağlayarak vergi toplamalarını emretti. Bu maksatlar bütün valiliklere talimat yazdırttı.

Mehdi, bir taraftan büyük bir cömertlik göstererek halka bol miktarda para dağıtırken diğer taraftan da haksızlığa uğrayanların haklarını elde etmelerine imkân sağladı. Devletin elindekini halka dağıtmasına rağmen, hazineye büyük miktarda gelir sağlandı. Halifenin yaptığı icraatlar neticesinde halk arasında büyük bir itibar kazandı ve herkes tarafından sevildi.


Bediüzzaman, Ehl-i Beyt'e saltanatın nasip olmamasının hikmetlerini anlatırken, dünyevi saltanatın aldatıcılığına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman'a göre bu mübarek silsilenin en önemli vazifesi, Kur'ân'ın hükümlerini muhafaza etmektir. Dolayısıyla saltanata geçen birisi bir nebi kadar masum olmalı diyen Bediüzzaman; "veyahut Hulefâ-i Râşidîn ve Ömer ibni Abdülâziz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî gibi harikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki, aldanmasın" (Mektubat, s. 100) ifadelerine yer vermektedir. Bu ifadeler saltanat ve hilafetin çok ağır mesuliyetlerinin olduğunu, bu makamların hakkıyla ifa edilmesinin ne kadar zor olduğunu gösterdiği gibi, Mehdi'nin sözkonusu görevleri bihakkın yerine getirdiğine de işaret etmektedir.


Risâle-i Nur'da, Halife Mehdi'nin isminin zikredildiği yerlerden birisi de ahirzamanda gelmesi beklenilen "Mehdi"nin anlatıldığı bir bölümdür. Ahirzamanda gelmesi beklenilen Mehdinin siyaset, diyanet, saltanat, cihad gibi çok dairelerde vazifeleri vardır. Her asırda, meyusiyete düşen insanların "kuvve-i maneviyelerini teyid" edecek, Al-i Beytten "bir nevi mehdiye" hükmünde zatlar çıkmıştır. Bunlar her alanda farklı farklı insanlardır. İşte Mehdi-i Abbasi'den bu bağlamda sözedilir. Meselâ, diyanet alanında Gavs-ı Azam ve Şah-ı Nakşibend, Aktab-ı Erbaa [Dört büyük kutup: Abdülkadir-i Geylani, Ahmed-i Bedevi, Ahmed-i Kutai, ve Seyyid İbrahim Desuki'dir.] ve Oniki İmam'dır. Siyaset alanında da Mehdi-i Abbasidir. (Şuâlar, s. 509)


Halife Mehdi, Ehl-i Beyt ile aralarındaki bağı kuvvetlendirmek ve yakınlaşmayı sağlamak maksadıyla büyük gayret gösterdi. Tutuklu olanları serbest bıraktı. Elinden geldiği kadar sıkıntılarını gidermeye çalıştı ve Hazret-i Ali soyundan gelenlerin bir kısmını devlet görevlisi olarak muhtelif yerlere gönderdi. Bazılarıyla görüşerek onların sevgisini kazanmaya çalıştı.


Mehdi'nin halifeliği sırasında ülke genelinde düzen sağlandıktan sonra Bizanslılarla önemli mücadelelere girişildi. Bizanslıların yağma ve saldırılarına karşı askeri tedbirler alınarak istihkamlar güçlendirildi ve hudutlara gereken önem verildi. Bizans ordularının saldırıları üzerine bir ordu hazırlanarak harekete geçildi. İslâm ordusu 779 yılında Ankara yakınlarına kadar ilerledi. Bizanslıların Suriye üzerinden ilerlemelerine karşı İslâm ordusu da harekete geçti ve bazı kaleler fethedildi.

780 tarihinde de Halifenin oğlu Harun komutasındaki bir ordu Bizans üzerine gönderildi. Halife de Haleb'e kadar orduya refakat etti. Harun komutasındaki ordunun muhtelif akınları sonucunda İslâm orduları Üsküdar yakınlarına kadar ilerlediler ve Bizanslılar barış yapmak zorunda kaldı. Bu başarılarından ötürü Harun'a "er-Reşid" ünvanı verildi.


Mehdi on yıl süren halifeliği boyunca çok büyük başarılar sağladı. İçerde muhalif güçleri etkisiz hale getirdiği gibi dış devletlere karşı da devleti güçlü hale getirdi. Vatandaşlarına karşı gösterdiği merhamet ve adalet her kesimin saygı ve takdirini kazandı. Halkın büyük sevgisine mazhar olan Mehdi, 785 yılında vefat etti.

Bunu ilk beğenen siz olun

Hata Oluştu


> 1 <